Türk milliyetçiliğin önde gelen simalarından Yusuf Akçura 2 Aralık 1879 yılında Kazan’ın Simbir (bugünkü adı Ulyanovsk) şehrinde doğmuştur. 2 yaşında babasını kaybeden Akçura 7 Yaşında annesiyle İstanbul’a gelmiş ve burada yaşayamaya başlamıştır. İstanbul’da Askeri Ruştiye’ye başlayana kadar annesiyle tek başına yaşamıştır. Askeri Ruştiye’ye başladıktan sonra annesi Dağıstanlı Osman Bey ile evlenmiştir. Dağıstanlı Osman Bey Yusuf Akçura’nın hayatında özellikle dini eğitimi konusunda etkili olmuştur.
Askeri Ruştiyenin üçüncü sınıfındayken baba toprağı olan Kazan’ı ziyarete giden Akçura, burada Şeyh Şamil’in torunu olan Zahit Şamil’den coğrafya ve Fransızca dersleri almıştır. Kazan’dan sonra İstanbul’a dönen Akçura, ruştiyeyi bitirdikten sonra Harbiye’de eğitim almaya başlamıştır. Harbiye’de eğitim gördüğü sırada Genç Türkçülerin fikirlerine katıldığı ve onlara hizmet ettiği iddiasıyla 45 gün pranga hapsine mahkum edilimiştir. Hapisten sonra çalışkan bir öğrenci olduğundan ötürü tekrar eğitimine devam edilmesi kararı verilmişse de birkaç ay sonra ikinci defa tutuklanmış ve Yıldız Sarayı’ndaki sorgusundan sonra Taşkışla Divan-ı Harbi’ne gönderilmiştir. Divan-ı Harb kararı sonucunda Yusuf Akçura askerlikten uzaklaştırılmıştır. Hatta Divan-ı Harp, bir müddet sonra Akçura ve birkaç arkadaşını Fizan’a sürügüne gönderilmek üzere Trablusgarb’a göndermiştir. O zamanlar Trablusgarb vilayetinde yeterli para bulunmamasından dolayı Fizan’a gönderilmeyerek Trablusgrab’ta alıkoyulmuşlardır. Akçura, arkadaşı Ahmed Ferid (Tek) Bey ile birlikte Trablusgarb’tan Paris’e kaçmış ve Paris Serbest Siyasi İlimler Okulu’ndan mezun olarak yükseköğrenimini tamamlamıştır. Paris’teki eğitim hayatı ve burada tanıştığı Şerafeddin Mağmumi gibi kişiler Türkçülük fikirlerinin gelişmesinde zemin olmuştur. Paris’teki eğitimini tamamladıktan sonra Osmanlı Devleti’nin sınırları kendisine kapalı olduğundan dolayı Rusya’ya geri dönmek zorunda kalmıştır. Burada 1905 Devriminden sonra Türkçülük ülküsünde çalışmalara başlamıştır. Kazan’da İlk Türkçe gazete olan “Kazan Muhbiri”ni çıkartmıştır ve Rusya’daki Türkleri teşkilandırarak siyasi olarak faaliyetlerde bulunmuştur.
Yusuf Akçura, II. Meşrutiyet’in ilanıyla birlikte İstanbul’a dönmüş ve 1912 yılında kurulan Türk Ocağı’nın kurucuları arasında yer almıştır. Türk Ocağı, Türkçü fikirlerin yayılması ve Türk milletinin bilinçlenmesi için önemli bir platform olmuştur. Akçura, burada verdiği konferanslarla, yazdığı makalelerle ve kitaplarla Türkçülük düşüncesini geniş kitlelere yayma imkanı bulmuştur.
1912 yılında İstanbul Üniversitesi’nde tarih profesörü olarak görev almş ve burada Türk tarihini, Türk kültürünü ve milliyetçilik düşüncesini akademik düzeyde ele almıştır. Akademik kariyeri boyunca Osmanlı ve Türk tarihi üzerine birçok eser veren Akçura’nın Türklerin dünya tarihindeki rolünü vurgulayan çalışmaları büyük ilgi görmüştür.
Dünya Savaşı’nın hezimetle sonuçlanması ve İstanbul’un işgali sonrasında Anadolu’ya geçen Akçura, Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde yürütülen Kurtuluş Mücadelesine fikirleriyle katkı sağlayarak aktif rol oynamıştır. Türkiye Cumhuriyet’nin kurulmasından sonra bir müddet milletvekilliği yapmıştır. Akçura 1925’te açılan Ankara Hukuk fakültesinin siyasi tarih profesörlüğüne getirilen Akçura, 14 Nisan 1931’de Atatürk’ün Türk Tarih Kurumu’nun kurmakla görevlendirdiği bilginler arasında olmuştur. 1933’te İstanbul Üniversitesi’nin kuruluşunda da siyasi tarih profesörlüğü’ne getirilen Akçura, Atatürk’ün sevdiği ve saydığı insanlar arasında olmuştur.
Türkçülük Hakkındaki Fikirleri
Osmanlı İmparatorluğu’nun XIX. Yüzyıla kadar takip ettiği Osmanlıcılık ve İslamcılık siyasetlerinin etkisini tamamen yitirdiğini gören Akçura, kendini -kendi tabiriyle- “Bütün Türkçlük”e adamıştır. O, Türkçülük siyasetinin tıpkı İslamcılık siyaseti gibi olduğunu, Osmanlı Devleti’nin siyasi sınırları içersinde kalmayıp dünyanın neresinde bir Türk varsa onunla ilgilenmesi gerektiğini belirtmiştir.
Akçura’ya göre yeryüzünde var olan fikirlerin en önemlileri din ve milliyet fikirleri olmuştur. Türkçülük isimli eserinde “Ben Müslüman ve Türk’üm” diyerek Türkçülük anlayışının maddi ve manevi temellerini ortaya koyan Yusuf Akçura, İslam Medeniyeti’nin Arapların malı değil bizzat Türklerin faaliyetleriyle vücuda gelmiş bir medeniyet olduğunu savunmuştur. Bunun yanı sıra Türklerin İslam Medeniyeti içerisindeki rollerinin sadece kültürel olmadığını askeriyedeki başarılı faaliyetlerle bu medeniyeti düşman saldırılarından koruyarak medeniyetin devamlılığını sağladığını belirtmiştir.
Ayrıca Akçura, demokratik Türkçülükten taraf olduğunu belirmiştir ki mütareke sırasında yayımlanan “Dünya Savaşı’na Katılmamız ve İstikbalimiz” başlıklı makalesinde “Ben daima demokratik Türkçülüğü savundum. B,z demokratik Türkçüler gayet haklı, insani ve taarruz düşüncesinden uzak fikirlerimizi anlatmaya çalışmalıyız” diyerek Türkçülüğün demokratik olarak Türk milletine maledilmesi gereken ideolojik fikir olduğunu savunmuştur.
Akçura, Sibirya’dan Hint Okyanusu’na ve Japon Denizi’nden Akdeniz’e kadar uzanan geniş coğrafyada yaşamakta olan Türk ırkının uyanması,birleşmesi ve parlak bir geleceğe hazırlanması ülküsüne gönül vermiş ve ömrü boyunca bütün vaktini bu ülkü uğruna harcamıştır. Onun düşünceleri, Osmanlı’nın son dönemlerinden günümüze kadar etkisini sürdürmüş, Türk milletinin kendini tanıma ve modernleşme sürecine katkı sağlamıştır. Akçura, bir aydın, akademisyen ve siyasetçi olarak Türk dünyasında önemli bir yere sahip olmuştur. Onun fikirleri, bugün de Türk birliği ve milliyetçiliği üzerinde derin bir etkisi var olmuştur.
Akçura’nın ifade ettiği gibi “Türklüğün varlığı, birliği ve yüceliği için çalışmak, her Türk aydınının boynunun borcudur.”
Büyük Türk Milliyetçisi ve düşünürü Yusuf Akçura’nın ruhu şad olsun.