Selçuklu Türk Devleti’nin Terörle Mücadelesi

Turk DEGS
Yazan: Turk DEGS
7 Dk. Okuma
7 Dk. Okuma

            Siyasî teşekküller kadar eski olan terörizm, Kaşgar’dan Akdeniz’e dek uzanan bir devlet kuran Selçuklu Türklerinin hâkimiyet devresinde de zuhur etti. Basra Körfezi’nin batı kıyılarında bulunan Lahsa/Ahsa Bölgesi’nde üslenen ve “Karmatîler” adıyla bilinen grubun yanında İran coğrafyasının çeşitli yerlerinde örgütlenen ve “Haşîşîn/Haşhâşîn” ifadesiyle popülerleşmiş “Bâtınîler” Selçukluların mücadele ettiği gruplardı. Mezkûr devletin bürokrasisi tarafından benimsenen terör politikaları, adı geçen örgütlerin birincisinin ortadan kaldırılmasını ve diğerinin güçten düşürülmesini sağladı. Zaman zaman kapsamının dışına çıkılan bu politikaların temelinde müzakere etmeksizin terörün kaynağı olan unsurları yok etmek vardı.

Faaliyetlerine X. asırda başlayan ve dinî inançlarını insanları yıldırarak yaymayı amaçlayan Karmatîler, düzenli orduların nüfuz etmekte zorlandığı çöllerde saklanmak suretiyle özellikle Irak, Suriye ve Hicaz’ı terörize ediyordu. Kendi siyasî çıkarları doğrultusunda Fâtımî Devleti tarafından desteklenen, Abbâsî Halifeliği’nin başkenti Bağdat’a dek uzanan bölgede şiddet eylemleri yürütmek yanında İslâm’ın kutbu Mekke’yi basarak Hacerülesved’i de çalan bu grup, XI. yüzyılın ortalarına gelindiğinde Selçuklu Türklerinin radarına girdi. Selçuklu Türk Devleti’nin büyük hükümdarı Melikşah (h. 1072-1092), terörün başını ezmek adına Lahsa’ya kumandanlarını gönderdi. 1076 yılındaki başarısız teşebbüsün ardından meşhur Türkmen Beyi Artuk (ö. 1091) görevlendirildi ve o, 1077 yılında bölgeye gelerek Karmatîleri ellerinde kalan son kalede kuşattı. Erzak ve mühimmattan yoksun kalan terör grubu, teslim olup faaliyetlerine son vereceklerini bildirerek Artuk Bey’den aman dilediler. Daha fazla kan dökülmesinin önüne geçmek adına Karmatîlere kanan Türk kumandanı ablukayı gevşetti. Bundan istifade ederek mühimmat ve zahire toplayıp yeniden kaleye kapanan söz konusu teröristlerin verdikleri ahde uymayacakları kötü yoldan öğrenildi. Artuk, hava koşulları sebebiyle Irak’a geri dönmek zorunda kalsa da ardında kardeşi Alpkuş (ö. 1077) ile Selçuklu Devleti’nin bölgedeki temsilcisi Abdullah’ı (ö. 1126) bıraktı. Bu ikili, Karmatîleri ve onları destekleyen herkesi tek tek mağlup ederek ortadan kaldırdı. Böylece bir asrı aşkın devam eden Karmatî terörü 1078 yılı itibariyle son buldu.

Selçuklu Devleti’nin terörsüz dönemi çok uzun sürmedi. 1090 senesinde teşkilatçılık ve propaganda kabiliyeti yüksek olan Hasan Sabbah (ö. 1124), dağlık Deylem Bölgesi’ndeki meşhur Alamut Kalesi’ni hileyle ele geçirerek burada bir örgüt tesis etti. Amacı, dinî görüşünü hâkim kılmak ve bunun önündeki en önemli engel olan merkezî yapıya sahip Selçuklu Türk Devleti’ni istikrarsızlaştırmaktı. Dönem kaynaklarının “Bâtınîler” ifadesiyle söz ettiği bu organizasyon, Sabbah’ın gayretleriyle hızla genişledi. Devlet adamlarına düzenledikleri suikastlarla adlarını duyuran grup, Selçuklu Türk Devleti’nin büyük veziri Nizâmülmülk’ün (ö. 1092) ölümünden de sorumluydu. Yılanın başını küçükken ezmek isteyen Sultan Melikşah, Alamut’a bir ordu sevk ederek kuşattırdı. Bâtınîlerin merkezi olan kale, erzağın bitmesi nedeniyle teslim olmak üzereyken Sultan’ın vefatı haberi geldi ve askerî harekâtın sonlandırılması icap etti. Terör başlamadan bitecekken hükümdarın ölümü akabinde oluşan otorite boşluğu, şiddetin devamlılığına ve genişlemesine zemin hazırladı.

Tahta çıkan Sultan Berkyaruk’un (h. 1092-1104) ailesine karşı yürüttüğü saltanat mücadelesi sırasında devlete eklemlenmek amacıyla yeni hükümdarın yanında yer alan Sabbah’ın fedaileri, bu yolla Selçuklu bürokrasisi üzerinde nüfuz elde ettiler. Berkyaruk’un maiyetinde yer almanın verdiği cesaretle iyice azgınlaşan Bâtıniler; merkezî otoritenin pek tesir edemediği Kuhistân’da, Hûzistan ve Fars’ın dağlık bölgelerinde, Deylem’de ve Lût Çölü’nün kenarlarındaki bölgelerde teşkilatlanarak buralarda ele geçirdikleri müstahkem mevkilere yerleştiler. Devlet adamlarını ölümle tehdit ederek kendilerine alan açmayı bildiler. Hatta öyle ki başkent İsfahan’ın yanı başındaki dağ kalelerine dahi yerleşme fırsatı buldular. Tecrübesiz Sultan Berkyaruk, teröristlere gösterdiği müsamahanın nelere sebebiyet verdiğini anlayınca derhâl onlara karşı harekete geçti. İşe kendi maiyetindekileri katletmekle başladı ve sonrasında gönderdiği fermanlarla ülkesinin her yanında Bâtınîlere karşı harekete geçilmesini buyurdu. Kardeşinin 1101 yılında başlattığı faaliyetlere kendi saltanatında devam eden Sultan Muhammed Tapar (h. 1105-1118), İsfahan’ın civarındaki dağlık kaleleri zapt etti. Halep’ten Horasan’a dek her bölgede Hasan Sabbah’ın adına propaganda yapan dâîlerin ve milislerin ortadan kaldırılması için çabaladı. Bâtınî hisarları ele geçirildi, halka nüfuz eden propaganda sonlandırıldı. Bununla yetinmeyen Tapar, Alamut üzerine de seferler tertip ettirdi. Sonuncusunda terör yuvası hâline gelen Alamut neredeyse ele geçirilecekti ama hükümdarın ölümü buna yine izin vermedi.

Selçuklu Türk Devleti içerisinde yeniden başlayan askerî mücadele Bâtınîlerin yayılmasına ve güçlenmesine olanak veriyordu. Lakin 1124 senesinde “şeyhü’l-cebel” (dağın hükümdarı) olarak andıkları Hasan Sabbah öldü. Liderliği onun en yakın adamları ele alarak faaliyetleri sürdürse de suikastlar azaldı ama kesilmedi. Devlet adamlarını hedef alan katil faaliyetleri neticesinde yerel hükümdarlar ve hatta Abbâsi halifeleri bile öldürüldü. Selçuklu Türk Devleti’ni Horasan merkezli olmak üzere olan toplayan Sultan Sencer (h. 1118-1157) de Batınîlere karşı faaliyetlerde bulundu. Alamut’taki lidere sadakati sürdüren fedailerin silahsızlanmaları karşılığında halkın tepkisine rağmen canlarını bağışlayan Sencer, bu sayede örgütün şiddet eylemlerini azaltsa da varlıklarını sürdürmelerine olanak verdi. Yine de üzerlerinde sürekli baskı hisseden Bâtınîler, daha parçalı bir yapıda bulunan Bilâdüşşam’a sıçrayarak burada yeni dağ kaleleri ele geçirdiler ve teşkilatlandılar.

Eskiden tek bir Selçuklu merkezi tarafından idare edilen Orta Doğu’da yıllar içindeki parçalanmalar nedeniyle birçok yeni siyasî teşekkül ortaya çıktı. Bunların liderliğini üstlenen kimselerin rakipleri karşısında avantaj sağlamak adına Bâtınîleri kullanması, onlara alan açması vb. faktörler terörün sonlanmasına mâni oldu. Buna rağmen her geçen gün güç kaybeden Bâtınîlerin 1210 yılından itibaren liderliğini ele alan Celâleddin Hasan (ö. 1221), örgütünü yaşatabilmek için gizlenme prensibini uyguladı. Aslında amaç ve hedef aynıydı ama hayatta kalmak için farklı bir hüviyete bürünmek gerekliydi. Hasan; öncelikle sahip oldukları sapkın fikirleri reddetti, etrafındaki Selçukluların ardılı yerel hükümdar ve valilerle dostluk kurup yakın ilişkiler içerisine girdi ve nefret uyandıran suikastları azaltıp örgütü devletleştirdi. Selçuklu Türk Devleti’nin ortadan kalkmasıyla oluşan otorite boşluğunu dolduran Türk Hârizmşahlar Devleti’ne biat etmiş gibi görünen ve sempati kazanmak adına bazı dedelerinin ölümünden sorumlu olmalarına rağmen Abbâsî Halifesi’ne bile yardım eden Bâtınî lideri, Moğolların yükselen gücünü görerek onlara da itaatini bildirdi. Hasan’ın politikaları sayesinde bir süre daha varlığını sürdüren Bâtınîler, Moğolların İran’ı istilası sırasında samimi olmadıklarını açık edince yok edildiler. Moğol kuvvetleri, Alamut başta olmak üzere tüm kaleleri ele geçirerek örgüt mensuplarını katletti. Böylece Hasan Sabbah liderliğinde başlayan Bâtınî terörü de tıpkı Karmatîler örneğindeki gibi ancak şiddet yoluyla sonlandırılabildi. Örgütün Suriye kanadıysa Haçlılar-Moğollar-Türk Memlükler üçgeninde bir süre daha devam edebildiyse de nihayetinde Memlük Türk Devleti tarafından ortadan kaldırıldı.

Bu Yazıyı Paylaş
Yorum yapılmamış

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir