Orhon Yazıtları, II. Köktürk Kağanlığı döneminde dikilmiştir. Bu yazıtların varlığından söz eden ilk kaynağın Cüveynî’nin Tarih-i Cihangüşâ’sı olduğu bilinmektedir. Ancak Köktürklerle çağdaş olan Çin kaynaklarının unutulması da bir hatadır. Zira yazıtların meydana getirildiği dönem, Köktürkler ile Çinliler arasındaki temasın yoğun olduğu bir dönemdir. Orhon Yazıtları’nın bilim dünyası ile tanışması için ise 17. yüzyılı beklemesi gerekiyordu. Bahsedilen yazıtları ilim âlemine götürecek olan kişi de bir dönem Amsterdam şehrinin belediye başkanlığını yapan N.Witsen’di (1692). Fakat yazıtların, dünyada yankı getirecek hâle bürünmesi de Strahlenberg ve onun eseri Das Nord-und Ostliche Theil von Europa und Asia ile olmuştur. Bahsedilen çalışmanın ardından bilim dünyasında çalışmalar hız kazanmış ve Tonyukuk, Köl Teginve Bilge Kağan yazıtlarının ortaya çıkması da bu çalışmaların meyvesi olmuştur. Bu yazıtlardan Köl Tegin ve Bilge Kağan yazıtları, Yadrintsev tarafından Koşo Çaydam Gölü (Moğolistan) yakınında, Tonyukuk Yazıtı ise botanikçi Y.N. Klements tarafından Ulan Batur (Moğolistan) şehrinin güneydoğusunda Bain-Tsokto’da bulunmuştur. Saydığımız üç yazıt dışında birçok yazıt daha vardır.
Orhon Yazıtları’nın yazıldığı devrin üzerinde bir üslûba sahip olduğunu hemen kavrayabiliriz. Yazıtlarda kullanılan ifadeler ve kalıplar geçmişten gelen edebî bir dilin varlığını kanıtlar niteliktedir. Divan edebiyatında rastladığımız “iade” sanatı örnekleri ise bunun en güzel örneğidir. Ayrıca, cümleler arası kurulan paralellik, metne akıcılık kazandırmakta ve okuyuşu kolaylaştırmaktadır. Yazıtlar, halkın okuyup anlaması ve anladıklarını ilişkilendirmesi için taşlara kaydolduğundan, 8. yüzyılda yaşayan Türk insanının yüksek bir bilgi birikimine sahip olduğunu da gösterir. Orhon Yazıtları, Türk’ün hayata bakışını, dünyayı algılayışını, evren tasavvurunu yansıtması bakımından çok önemlidir.
Yazıtların bazı yerlerinde “Tengriteg Tengride Bolmış Türk Bilge Kağan” ifadesi yer alır. Tenriteg deyimi “Tanrı gibi” olarak algılanmalıdır. Bu cümlenin manası bir o kadar soyut ve derindir. Zira Türklerde hükümdârlık anlayışına göre, kağanın tahta çıkması, halkı yönetmesi hep Tanrı tarafından, onun isteği ve kudreti ile olmuştur. Bu aslında kut anlayışınınbir göstergesidir. Buna göre kağanın yönetime gelmesi, Tanrı’nın onun yanında olduğunun bir nevi sembolüdür. Türk insanı hem İslâmiyetin kabulünden önce hem de İslâmiyetin kabulünden sonra -Allah’ın yeryüzündeki gölgesi (Zıllullah-i fil’l-arz) sıfatı kullanılmıştır- bu anlayışı sürdürmüş ve böylece kağanın meşruiyeti de sağlanmıştır. Diğer bir parçada “Doğuda gün doğusuna, güneyde gün ortasına, batıda gün batısına, kuzeyde gece ortasına kadar” deyimi geçmektedir. Verilen deyim, Türklerin yönleri zaman unsurlarına göre algılayıp tasvir ettiklerini ortaya koyar. Doğunun güneşin doğuşunu, güneyin güneşin tepe noktasına geldiği anı, batının güneşin gözden kaybolmaya başladığı zamanı, kuzeyin ise karanlığın hâkim olduğu vakti temsil ettiği bariz şekilde görülür. Ayrıca cümle, Türklerin Dünya’yı dört taraflı olarak algıladıklarını gösterir. Ek olarak Türk insanının genel anlamda yaşadığı coğrafyanın kuzeyini hep karanlık olarak tasvir ettiğini de belirtmek gerekir. Kuzey, Türkler için bir bilinmezliktir. Türk tarihine ışık tutan, geçmiş dönemlerdeki Türk insanının hayatına değinen, siyasetten ekonomiye her konuyu içerisinde barından bu metinler, geçmişte yolumuzu aydınlatmış, gelecekte de -her zaman- yolumuza ışık olacaktır.

