Osmanlı Devleti, XVI. yüzyılda sadece siyasî ve askerî değil, aynı zamanda kültürel ve sanatsal anlamda da bir altın çağ yaşamıştır. Bu dönem, mimarî anlamda da altın çağı yaşatacak bir kişiyi ortaya çıkarmıştır. O kişi hiç kuşkusuz Mimar Sinan’dır. Osmanlı mimarisini farklı bir anlayışla ele alarak dönemin mimarîdeki en parlak temsilcisi olan Mimar Sinan, Osmanlı Devleti’nin klasik mimarisinin kurucusu ve mimariyi doruk noktasına taşıyan kişidir. Ayrıca bir usta olmasının yanı sıra inşa ettiği yapılar aracılığıyla bir medeniyetin estetik ve teknik vizyonunu somutlaştıran bir düşünce adamıdır.
Mimar Sinan’ın hayatına dair en geniş bilgiler yakın dostu olduğu bilinen Sâî Mustafa Çelebi tarafından kaleme alınan Tezkiretü’l-bünyân’da bulunmaktadır. 1586-1587 yılları arasında yazıldığı düşünülen bu tezkirede Mimar Sinan’ın anlatımlarından derlenmiş hayat hikâyesiyle birlikte eserleri hakkında bilgiler de vardır. Mimar Sinan’ın doğum yılı tam olarak bilinmemekle birlikte, kaynakların çoğu 1489 veya 1490 yıllarını işaret etmektedir. Doğum yerinin ise Kayseri’nin Ağırnas köyü olduğu düşünülmektedir. Gayrimüslim kökenli olduğu düşünülen Mimar Sinan’ın, devşirme sistemi ile çocuk yaşta Yeniçeri Ocağı’na alındığı bilinmektedir. Sadece askerî disiplin değil, aynı zamanda matematik, geometri, yapı bilgisi, hat, musiki ve edebiyat gibi alanlarda da eğitim veren seçkin bir kurum olan Enderun Mektebi’nde eğitim almaya devam ederek, dönemin en iyi eğitimiyle yetiştirildi. Burada aldığı eğitimler onun ileride mimarî kariyerinde göstereceği entelektüel derinliğin temelini oluşturduğu kabul edilmektedir.
Katıldığı bilinen ilk iki sefer, Kanunî Sultan Süleyman’ın Belgrad ve Rodos seferleridir. Bu seferlere yeniçeri piyadeleri arasında katılmış, hizmetleri karşılığında atlı sekbanlar arasına girmiştir. Kısa bir süre sonra Mohaç Meydan Savaşı’na katılmıştır. Yine Mimar Sinan kendi ifadelerinde Korfu seferine hemen ardından da Boğdan Seferi’ne katıldığını anlatmıştır. Bu sefer sırasında Prut Nehri üzerine bir köprü kurularak ordunun karşı kıyıya geçirilmesi görevinin kendisine verildiğini de belirtmiştir. Kendisinin başarısına ve dahiyane fikirlerine dair dikkat çekici olanlardan biri on üç günde yaptığı köprü olmuştur. Birçok sefere katılıp çeşitli hizmetlerde bulunan Mimar Sinan, bu hizmetler karşısında aldığı rütbelerle ilgilenmemiş, mimarlığı amaç edindiğini ifade etmiştir. Katıldığı askerî seferler onun köprüler, kaleler ve geçici yapılar inşa ederek teknik bilgisini sahada geliştirme imkânı vermiştir. Onun dikkatleri üzerine çekmesi ise Kanuni Sultan Süleyman’ın Nahçıvan Seferi sırasında Van Gölü üzerinde yaptığı ahşap köprü ve sefer sırasında inşa ettiği geçici yapılar sayesinde olmuştur. Buradaki başarıları dolayısıyla 1538 yılında Hassa Başmimarı olarak atanmıştır. Kanuni Sultan Süleyman, II. Selim ve III. Murad dönemlerinde, yaklaşık 50 yıl boyunca bu görevini sürdürmüştür. Mimar Sinan’ın mimarî yaklaşımı ve dehası, simetriyi, ışık kullanımı ve mekân organizasyonunu harmanlayarak bütünsel bir yapı kurgusu geliştirmesi olarak kabul edilmiştir.
Mimar Sinan mesleğinin aşamalarını 3’e ayırmış ve 3 ayrı eserle de özdeşleştirmiştir. “Çıraklık eserim” dediği Şehzade Camii tamamladığı ilk büyük sultan camisidir. Genç yaşta ölen Şehzade Mehmed için yapılan Şehzade Camii dört yarım kubbeli planı ve simetrik kurgusuyla klasik Osmanlı mimarisinin ilk ciddi denemeleri olarak kabul edilmektedir. “Kalfalık eserim” dediği 1557’de tamamladığı Süleymaniye Camii’dir. Kanunî Sultan Süleyman adına inşa edilen Süleymaniye Camii sadece bir ibadethane değil, aynı zamanda medrese, kütüphane, hastane, hamam ve imarethaneyi barındıran bir külliye olarak, dönemin şehircilik anlayışını da temsil etmektedir. “Ustalık eserim” dediği ve 83 yaşında tamamladığı Edirne’deki Selimiye Camii ise mimarî anlayışının ulaştığı noktayı simgelemektedir. Bu camii mimarî anlamda kubbe taşıma sisteminde ulaşılan teknik üstünlük ve estetik ahenkle Osmanlı mimarlığının zirve noktasıdır. II. Selim adına yapılan Selimiye Camii’nin, yaklaşık 32 metre çapındaki tek kubbesi sadece Osmanlı Devleti’nin değil, dünya mimarlık tarihinde de istisnai bir yapısı olarak kabul edilmektedir. Gerek teknik gerekse de estetik açıdan Mimar Sinan’ın ustalığını gösteren bu yapı mimarlık tarihinin de baş yapıtını oluşturmaktadır. Selimiye Camisi’nin taşıyıcı sisteminde kullandığı yenilikçi çözümler, mekânsal derinlik, doğal ışığın yönlendirilmesi ve iç mekânın akustik düzenlemesi, Sinan’ın çağının çok ötesinde bir mühendislik ve sanat anlayışına sahip olduğunu göstermiştir. Hayatı boyunca inşa ettiği 300’ü aşkın eser arasında camiler, medreseler, köprüler, su kemerleri, hamamlar ve türbeler yer almıştır. Bu eserlerin inşa edildiği yerlere bakıldığında onun mimarî etkisinin yalnızca İstanbul ile sınırlı olmadığını, Osmanlı Devleti topraklarının tamamına yayıldığını göstermiştir. Aynı zamanda Mimar Sinan’ın mirası olan bu eserler Osmanlı Devleti’nin klasik mimari yapısını ifade etmesinin yanı sıra teknik, fonksiyonel ve estetik ilkelerin bir bütün halinde yapıldığını da ortaya koymuştur.
Dünya mimarlık tarihinin ve mimarî teknik devrimlerin öncülerinden biri olan Mimar Sinan 1588’de İstanbul’da vefat etmiştir. Mezarı kendi isteği olan Süleymaniye Camii’nin yanında mütevazı bir türbedir. Geride bıraktığı 300’ü aşkın eser, yalnızca Osmanlı topraklarında değil, bugün Balkanlar’dan Orta Doğu’ya kadar geniş bir coğrafyada işlevseldir ve hâlâ ayaktadır. Onun fikirleri, teknik devrimleri üniversitelere, mimarlık fakültelerine ve büyük projelere ilham vermeye devam etmektedir.