10 Kasım 1938: Sonsuzluğa Uğurlanan Ebedî Lider

Turk DEGS
Yazan: Turk DEGS
8 Dk. Okuma
8 Dk. Okuma

                “Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, ancak Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.”

Gazi Mustafa Kemal Atatürk

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk, 10 Kasım 1938’de ebedî hayata intikal etti. Bu tarih, Türk milletinin tarihinde derin bir iz bırakan bir dönüm noktası oldu. Yalnızca büyük bir devlet adamının değil, modern Türkiye’nin mimarı ve çağdaşlaşma mücadelesinin öncüsü olan Atatürk’ün kaybı, ulusal hafızada silinmez bir yer edindi. Her yıl 10 Kasım, milletimizin gönlünde bir anma ve saygı günü olarak yaşatılmaktadır.

Uzun süredir karaciğer rahatsızlığı ile mücadele eden Atatürk’ün sağlığı, 1937’den itibaren giderek kötüleşti. 29 Ekim-7 Kasım 1938 tarihleri arasında Dolmabahçe Sarayı’nda geçirdiği günler, yarı uykulu, yarı uyanık bir hâlde geçti ve çoğu zaman kendinde değildi. Bu dönemde, uyku arasında bazı kelimeleri belirsiz biçimde tekrar ederken, ayıldığında süt, pirinç suyu ve meyve sularından oluşan hafif mönüsüyle beslenmeye çalıştı. Özellikle enginar yemek arzusunda bulundu, ancak İstanbul’da enginar bulunmadığından Hatay’dan ısmarlandı.

5 Kasım’da hafif kendine geldiğinde başucundaki Makbule Hanım, Afet Hanım ve Sabiha Hanım onun elini son kez öperek vedalaştılar. Karnındaki suyun artması nedeniyle göğsüne ve kalbine baskı oluştu, nefes almakta güçlük çekti ve ıstırabı yüzüne yansıdı. 7 Kasım Pazartesi sabahı arka üstü yatarken tükürüğünde kan görülmesi üzerine doktorlar hemen müdahale ettiler. Atatürk, doktorlarına karnındaki suyun çekilmesini emretti. Yaklaşık altı litre su çekildikten sonra rahatladı ve akşam saatlerinden gece yarısına kadar sakin bir uyku uyudu. Gece yarısı uyandığında yaveriyle enginar konusunu konuştu; Kahramanmaraş’tan trenle yola çıkan enginar, 10 Kasım’a yetişemedi.

Atatürk, 8 Kasım 1938, saat 18.55’te fenalaştı. Doktorlar bir yandan bazı ilaçlar enjekte ederken, diğer yandan buz parçaları yutturmayı denediler. Atatürk, sağındaki saate bakmakta zorlanınca hemen yanındaki Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak’a “Saat kaç?” diye sordu. Hasan Rıza Soyak, “07.00 (19.00) efendim” yanıtını verdi. Atatürk bu soruyu birkaç kez tekrarladı ve her seferinde aynı cevabı aldı. Bir süre sükûnet bulunca yatağına yatırıldı. Başucuna yaklaşan Soyak, “Biraz rahat ettiniz, değil mi efendim?” diye sorduğunda Atatürk, “Evet” karşılığını verdi. Ardından Dr. Neşet Ömer İrdelp, Atatürk’ten dilini göstermesini istedi, Atatürk dilini yalnızca yarıya kadar çıkarabildi. Doktorun isteğini yerine getiremeyen Atatürk, başını hafifçe sağa çevirip Dr. Neşet Ömer’e baktı ve “Aleykümesselam” diyerek gözlerini kapattı. Bu, Atatürk’ün son sözleri oldu.

10 Kasım 1938 günü Hasan Rıza Soyak, Kılıç Ali’ye “Kılıç bak, koskoca bir tarih göçüyor.” dedi ve saat 09.05’i gösterdiğinde Atatürk birden gözlerini açtı; derin mavi gözleriyle orada bulunanlara son bir kez baktıktan sonra birkaç saniye içinde başını sağa çevirip gözlerini kapattı. Soyak, hıçkırıklarla karyolanın yanında diz çöktü, Atatürk’ün sağ elini avucunun içine alarak öptü ve yüzüne sürdü. Muhafız Komutanı İsmail Hakkı Tekçe de aynı eli öpüp yorganın altına koydu, Dr. Mim Kemal, yavaşça Atatürk’ün gözlerini kapattı. Dr. Kamil Berk ise beyaz ipek bir mendille çenesini bağladı. Son nöbet defterine ise “Saat 09.05’te vefat etmiştir” kaydını düştü.

Atatürk’ün vefatı Dr. Neşet Ömer İrdelp, Dr. Mim Kemal Öke ve Dr. Kamil Berk, Dr. Nihad Reşad Belger olmak üzere görevli doktorlar tarafından tespit edildi ve resmî kayıtlar tutuldu. Resmî tebliğle kamuoyuna duyurulan vefat haberinin ardından cenaze işlemleri için hazırlıklar başlatıldı.

10 Kasım sabahı Dolmabahçe Sarayı’nda saat 09.05’te yaşanan o an, ulusça tarifsiz bir yası başlattı, bayraklar yarıya indirildi, ülkede yas ilan edildi. Kadınlar, çocuklar, yaşlılar sokaklarda gözyaşlarına hâkim olamadı, o gün, Türkiye’de hayat bir süreliğine durdu. Fabrikalarda makineler sustu, okullarda ders zilleri çalmadı toplu taşıma araçları durdu, yabancı temsilciliklerde dokuz gün yas ilan edildi. Herkes aynı acıda birleşti. Türk milleti, onu yalnızca bir devlet adamı olarak değil, “bir milletin yeniden doğuşunu sağlayan önder” olarak sonsuzluğa uğurladı.

Atatürk’ün vefatının hemen ardından, Başbakan Celal Bayar, Genel Sekreter Hasan Rıza Soyak’a yeni cumhurbaşkanının seçilmesi ve yeni hükümetin kurulmasına kadar Atatürk’ün naaşının korunması amacıyla tahnit işlemlerinin gerçekleştirilmesini emretti. Ebedi istirahatgâhı olan Anıtkabir’in inşasının tamamlanmasına kadar Atatürk’ün naaşının uzun süre muhafaza edileceği öngörüldüğünden, tahnit işlemleri büyük bir titizlikle yürütüldü. Bu süreçte, İstanbul Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi öğretim üyelerinden olan Ord. Prof. Şerafettin Yaltkaya’nın nezareti altında, İslâm geleneğine uygun biçimde Atatürk’ün naaşı yıkandı ve kefenlendi.

Cumhurbaşkanlığına seçilen İsmet İnönü başkanlığında 13 Kasım 1938 Pazar günü toplanan Bakanlar Kurulu, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün cenaze programı ve geçici kabir meselesini görüştü. Milli Savunma Bakanı Kazım Özalp’ın teklifi doğrultusunda geçici kabir olarak Etnografya Müzesi’nin belirlenmesine karar verildi. Atatürk’ün naaşı, tahnit işlemlerinin tamamlanmasının ardından Türk bayrağı ile örtülerek Dolmabahçe Sarayı Muayede Salonu’na konuldu ve 16 Kasım 1938 sabah saat 10.00’da halkın ziyaretine açıldı. Ziyaretlerin süresi, halkın yoğun ilgisi nedeniyle planlanan gece yarısını aşarak sabaha kadar devam etti. Yaşanan izdihamlar sonucu 11 kişi hayatını kaybetti, kırk kişi ise yaralandı. Bu nedenle cenaze namazının halka açık bir camide kılınması fikri iptal edildi ve sarayda kılınmasına karar verildi. Atatürk’ün kardeşi Makbule Hanım tarafından cenaze namazının nerede kılınacağı önceden Hasan Rıza Soyak’a soruldu. Bunun üzerine dinî zorunluluk tartışılmaya açıldı. İstanbul Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi öğretim üyelerinden Ord. Prof. Şerafettin Yaltkaya, cenazenin mutlaka bir camide kılınması gibi şer’i bir zorunluluk bulunmadığını ifade etti ve görüşünü, Millî Mücadele döneminden itibaren Atatürk’ün yanında yer alan Cumhuriyetin ilk Diyanet İşleri Başkanı Rıfat Börekçi ’ye danıştı. Börekçi de Yaltkaya’nın kanaatini doğrulayarak, “Atatürk’ün cenaze namazı, tertemiz hale getirdiği vatanın her köşesinde kılınabilir.” değerlendirmesinde bulundu.

 Atatürk’ün cenaze namazı 19 Kasım 1938 günü Prof. Şerafeddin Yaltkaya imamlığında Dolmabahçe Sarayı Muayede Salonu’nda icra edildi. Namaz, paşalar, subaylar, saray mensupları ve Atatürk’ün yakınlarının katılımıyla, birkaç saf hâlinde gerçekleştirildi. Namaz sonrası naaş, top arabasına konularak Karaköy, Sirkeci ve Gülhane Parkı üzerinden Sarayburnu’na taşındı ve Ankara’ya nakledilmek üzere yola çıktı.

Anıtkabir’in inşasına kadar Atatürk’ün naaşı Etnografya Müzesi’nde korundu. Anıtkabir’in inşası için 1941’de uluslararası proje yarışması açıldı. 1944’te Türk mimarlar Emin Onat ve Orhan Arda’nın projesi uygulanmaya başlandı. Dokuz yıllık inşaat süreci tamamlandığında, 4 Kasım 1953’te Atatürk’ün naaşı Etnografya Müzesi’nden alınarak büyük bir törenle 10 Kasım 1953’te Anıtkabir’e nakledildi. Defin töreni Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes, İsmet İnönü ve protokol üyelerinin katılımıyla gerçekleştirildi.

Atatürk’ün naaşı, Anıtkabir Mezar Odası’nda batı-doğu yönünde yerleştirilen mermer sanduka içinde defnedildi. Sandukanın içine Türkiye’nin dört bir yanından getirilen vatan toprağı ile birlikte Selanik, Kıbrıs, Kore Türk Şehitliği ve Suriye’deki Süleyman Şah Türbesi’nden getirilen topraklar da serpiştirildi.

Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü ebediyete uğurlanışının 87. yılında saygı, özlem, minnet ve rahmetle anıyoruz.

Bu Yazıyı Paylaş
Yorum yapılmamış

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir