ESKİ TÜRKLERDE BAĞIMSIZLIK ANLAYIŞI

Turk DEGS
Yazan: Turk DEGS 6 Dk. Okuma
6 Dk. Okuma

İstiklâl bir diğer adıyla bağımsızlık, sadece devletin idareci zümresinin isteği ile değil halkın da aynı şuur içinde olması gereken bir duygudur. Kısacası bağımsızlık anlayışı milletin her bireyinde ortak bir arzu olarak var olmalıdır. Bu arzu bağımsızlık anlayışı ile birleştiğinde vatanın, milletin menfaati ve refahı için ortaklaşa bir çalışmanın itici kuvvetini oluşturacaktır. Türklerin tarih sahnesine çıktıkları devirlerden günümüze değin bağımsızlık anlayışına sıkı sıkıya bağlı olmaları, birçok kıtada hâkimiyet tesis etmeleri ve devlet kurmaları ile kendini göstermektedir. Ayrıca Türklere göre bağımsızlık/oksızlık, devleti oluşturan dört unsurdan biridir.  Eski Türklerde istiklâl, bağımsızlık, hürriyet kelimeleriyle eş değer kullanılan oksız kelimesi tek başına yaşayan, müstakil, bağımsız anlamlarını taşımaktadır. Türk tarihinin hazinelerinden biri olan Köktürk dönemine ait Orhon Yazıtlarında geçen idi-oksız kelimesi de bağımsız bir topluluk anlamını ihtiva etmektedir. 

Türklerde bağımsızlık düşüncesinin temeli Türk kültüründedir. Bozkır coğrafyasında yaşamını idame ettirmeye çalışan Türkler, çeşitli sebepler dolayısıyla isteyerek ya da istemeyerek yer değiştirmek durumunda kalmışlardır. Atlı bozkır kültürü dolayısıyla siyasî baskılar, ani düşman saldırıları, sert iklim koşulları, salgın hastalıklar gibi zarurî şartlar oluştuğunda vatan olarak kabul ettikleri topraktan ayrılıp yeni yerleri kendilerine yurt edinebilmişlerdir. Bu coğrafyanın özelliği olan beklenmedik durumlarla aniden karşılaşılması hususu Türklere iyi bir öğretici ve rehber durumunda olmuş, aynı zamanda mücadeleci olmayı da öğretmiştir. Toprağa bağlı olan, zorunlu hallerde dahi yer değiştiremeyecek olan milletler özellikle siyasî baskının gerçekleşmesi durumunda başka bir milletin boyunduruğu altına girmek durumunda kalmışlardır. Türkler ise atlı bozkır kültürünün bir parçası olarak hareketli yapıya sahip olmuşlar ve başka bir milletin boyunduruğu altına girmekten kaçınmışlardır. Bu düşüncelerinin en temel duygularından biri bağımsızlık/oksızlık olmuştur. Sahip oldukları hızlı teşkilatlanma özellikleri, disiplinli yapıları, gittikleri coğrafyayı vatan bilmeleri, atı ehlîleştirmeleri ile birleşince birçok Türk devletinin tarih sahnesinde yer almasına sebep olmuştur. Mücadeleci ruh ve bağımsızlık duygusuna sıkı sıkıya bağlı kalma arzuları devletin temel yapısı olan Türk ailesinde başlamış, sonra boy, bodun ve il (devlet) ölçüsünde yayılmıştır. Temelden başlayan bu düşünce toplulukta ve siyasî yapıda “ortak değer” olma hükmünü kazanmıştır. Devletin meydana gelmesi için millet, vatan gibi maddî unsurların yanı sıra vatan sevgisi, bağımsızlık gibi manevî duyguların da olması önem arz etmiştir.

Karakterlerinin temelinde bağımsızlık ve hürriyet olan Türkler, bağımsız olmanın temel şartlarından biri olarak töreyi kabul etmişlerdir. Zira onlara göre töre nizamın, adaletin, bağımsızlığın, ahlâkın kısacası her şeyin koruyucusu olmuştur. Divânü Lugâti’t-Türk’te geçen “el qaldı törü qalmas: Ülke terk edilir, ama töre terk edilmez” ifadeleri milletin, ilin (devletin) bağımsızlığının törenin hükümlerine uymaktan geçtiğini, aksi durumda ise millî birliğin bozulacağını ve bağımsızlığın temelden sarsılacağını ifade etmiştir. Aynı zamanda bu ifade törenin önemini ortaya koymanın yanı sıra bağımsızlık ile de ne kadar alakalı olduğunu da göstermiştir. Uzun zamandır tarih sahnesinde yer alan Türklerin bağımsızlıklarına olan düşkünlüklerine dair kayıtlar tarihî kaynaklarda yer alışmıştır. Bu kayıtlara dair en eski örneklerden biri Asya Hun Kağanlığı’na aittir. MÖ 54 yılında kendisini kağan ilan eden iki kardeş Ho-han-yeh ve Çi-çi arasında mücadeleler başlamıştır. Bu mücadeleler sonucunda Ho-han-yeh, Çi-çi’ye yenilmiş, yapılan meclis görüşmesinde Ho-han-yeh’in yanındaki bir bey Çin’e tâbi olmayı önermiştir. Bunun üzerine toydaki (meclisteki) ileri gelenler şu sözlerle bu öneriye şiddetle karşı çıkmışlardır: “Olmaz! Hsiung-nu’ların (Hunların) geleneğine göre, esasen güçlü olmak yüceltici, hizmet etmek [ise] küçültücüdür. [Hsiung-nu’lar] at üzerinde savaşarak devlet kurmuşlar, dolayısı ile bütün kavimler arasında saygınlık kazanmışlardır. Kahramanlar savaşta ölecektir. Bugün kardeşler devletin [başına geçmek için] savaşmaktadırlar. Büyük kardeş [başarılı] olamazsa küçüğü olacaktır. [Bunlardan biri] ölse bile saygınlığı kalacak, [onların] oğulları ve torunları her zaman devletlere hâkim olacaklardır. [Bugün] Han [devleti] güçlü olsa bile Hsiung-nu’ları kendine katamaz. Neden atalarımızın eski uygulamalarını bozarak Han [devletinin] hizmetine girelim, eski Ch’an-yü’leri küçük düşürerek diğer devletlere karşı gülünç olalım? [Belki] bu şekilde huzura kavuşabiliriz. Ancak, bütün kavimler üzerinde yeniden nasıl bir hakimiyet kurabiliriz?”. Bağımsızlık için mücadele edilmesi gerektiğini ifade eden bu sözlerin ardından Asya Hun Kağanlığı ikiye bölünmüş kardeşlerden Ho-han-yeh Çin’e tâbi olmuş, Çi-çi ise Batı Hun Kağanlığı’nı kurmuştur. Çin kaynaklarındaki bu ifadeler Türklerin bağımsızlığa ne denli önem verdiklerini ve bu uğurda da ölümü göze aldıklarını göstermiştir. Bilindiği üzere Çi-çi, Türk tarihinin hem ilk Türk milliyetçisi hem de milliyetçiliği devlet politikasının temeli olarak kabul eden ilk devlet adamı olarak tarihte yerini almıştır. 

Türkler bağımsızlığın kaybını milletin ölümü olarak görmüşlerdir. Orhon Yazıtlarındaki “…Tatlı sözüne, yumuşak ipek kumaşına aldanıp çok çok Türk milleti öldün; Türk milleti öleceksin! Güneyde Çogay ormanına, Tögültün ovasına konayım dersen, Türk milleti, öleceksin”, “…Hanını bırakıp Çin’e tekrar teslim oldu. Tanrı şöyle demiştir: Han verdim, hanını bırakıp teslim oldun. Teslim olduğun için Tanrı öldürmüştür. Türk milleti öldü, mahvoldu yok oldu. Türk Sir milletinin yerine boy kalmadı” ifadeleri bunun göstergesidir. Tarihî kaynaklarda yer alan bu hadiselerin yanı sıra bağımsızlık anlayışı birtakım nesnelerde ve sembollerde de kendini göstermiştir. Devletin, milletin ve vatanın en önde gelen koruyucusu Türk kağanıdır ve kağanlık alâmetleri de bağımsızlık ile ilişkili olarak görülmüştür.  Tuğ bunun en güzel örneklerindendir. Türklerde tuğ, bağımsızlık ve hâkimiyet gibi anlamlara sahip olmanın yanı sıra alem, sancak, bayrak gibi siyasî ve askerî bir gücü, yetkiyi temsil etmiştir. Bir diğer sembol ise nevbettir. Belirli vakitlerde kağanın otağı ya da sarayı önünde çalınan bu çalgı hem bağımsızlığın hem de siyasî bir alâmet olarak kağanın devletinin ve halkının başında olduğunu göstermesi bakımından önemlidir. 

Bu Yazıyı Paylaş
Bir yorum bırakın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir