ESKİ TÜRKLERDE ÖLÜM

Turk DEGS
Yazan: Turk DEGS 4 Dk. Okuma
4 Dk. Okuma

Türklerin en eski dini olan ve İslâmiyet ile yakın benzerlikler gösteren Gök Tanrı dininde; ölümden sonra başka bir yaşamın var olduğu ve ruhun yaşamaya devam ettiği inancı, Türklerde defin yöntemleri, mezar çeşitleri ve cenaze törenlerini belirleyen en önemli unsurdur. Ölen kişinin Gök Tanrı katına bir kuş misali gittiğine inanan Türkler, Göktürk yazıtlarında görüldüğü gibi ölmek yerine uçabarmak (“uçarak gitmek”) ifadesini kullanmışlardır. İslâm öncesi Türk mezarlarında ölen kişinin giysileri, silahı, atı, kap kacak gibi çeşitli günlük eşyalarla birlikte gömülmesi ölümden sonra bunlara ihtiyaç duyacağı inancı ile ortaya çıkmış olmalıdır. Ölen kişi bir Türk kağanı veya boy beyi ise, genellikle mezarı bir höyük biçiminde inşa edilen kurgan olup yapılan arkeolojik kazılarda altın ve değerli madenlerden yapılma taç, börk (başlık), silah, eşyalar ve kağana gelen değerli hediyeler de açığa çıkarılmaktadır.  Türklerde mezarlara verilen önemin ve mezar ziyaretlerinin diğer bir sebebi, ölen kişinin ruhunun yaşamaya devam etmesi inancının yanı sıra, sahip oldukları atalar kültü kapsamında büyüklere duyulan derin saygı ve sevgidir. Öyle ki Türkler uçsuz bozkırlarda bile ara sıra gelip ziyaret ettikleri atalarının mezarlarının başına taşlar dikmeyi ihmal etmemişlerdir.

Oldukça geniş bir coğrafyaya yayılmış, pek çok farklı dinlerle temasa geçmiş olan ve bir çok boydan oluşan eski Türklerin ölüyü gömme yöntemleri, metinler ve arkeolojik bakiyelerden gelen bilgiler doğrultusunda oldukça çeşitlilik göstermektedir. En yaygın ve son dönemde en çok kabul gören gömme çeşidi ölüyü toprağa vermek iken ölüyü yakmak, kendi haline terketmek, nehre atmak ve ağaçların üstüne yerleştirip bırakmak gibi yöntemler de var olmuştur. Türklerde özellikle kemiklerin canlıların biçimine sahip olduklarına ve ancak onlar muhafaza edilebilirse yaşamın ölümden sonra devam edebileceği inancının var olduğu düşünülmektedir. J.P. Roux, Türklerle birlikte yaşayan Altay halklarından Moğolların dilinde yasun kelimesinin, hem kemik, hem de ceset, insan kalıntıları, soy ve aile anlamına gelmekte olduğunun altını çizmektedir. İskeleti, hiç olmazsa en önemli bölümü olan kafatasını muhafaza etmek, kutsal olanı korumanın yanı sıra, soyu sürdürmekle ilişkilendirilebilir. Yine Attila ve Cengiz Han örneklerine benzer şekilde, atalarının mezarlarını düşmanlardan korumak amacıyla gizlemek bir Türk geleneğidir.

Türklerde, özellikle büyük devlet adamları için iskelet dışında derinin de muhafaza edilmesi önemli idi. Bu nedenle Pazırık, Şibe ve Oglaktı kurganlarında olduğu gibi farklı organlar boşaltılarak sadece deri ve kemik kalmak suretiyle cesetler mumyalanırdı. Kağanların mumyalanmasının bir başka sebebi ise, bu büyük kağanın cenaze törenine dış ülkelerden gelecek kafile ve elçiler için uzun süre ölüyü bekletmek idi. Zaten Çin kaynaklarına göre, bir Türk ilkbahar veya yazın öldüyse sonbaharda; sonbaharda veya kışın öldüyse ilkbaharda gömülmeli idi.

Eski Türklerde cesedin defin törenleri, yog olarak adlandırılırdı. Yog ismi, ayrıca ölü aşı olarak da bilinen ölünün gömüldüğü sırada, ölü gömüldükten sonra üç veya yedi gün içinde verilen, “ölü aşı” olarak da bilinen yemeğe verilirdi. Cesedin gömülmesinden sonra ağıt yakmak, yüzünü kesmek, kulaklarını yaralamak, at yarışı düzenlemek ve ölü aşı yemek en bilinen cenaze ve yas faaliyetleri idi. Cenaze töreni sonrasında ise ölüyü anmak için yılın yedinci günü, kırkıncı günü ve yılın sonunda cenaze törenine benzer şekilde törenler düzenlenirdi.

Başta ölü aşı olmak üzere ölümden sonra belli günlerde ölünün ruhuna dua okuma ve sevap işleme geleneği, günümüzde halen devam etmektedir.

Bu Yazıyı Paylaş
Bir yorum bırakın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir