
Türk milletini tarihte hem siyasî hem de kültürel olarak güçlü bir varlık sergilemeye iten en önemli anlayış töresidir. İnsanlar bir arada yaşamaya başladıkları andan itibaren kurdukları düzenin birtakım kurallara uyularak yaşatılmasını sağlamışlardır ki bu kurallar Türklerde Töre olarak karşımıza çıkmaktadır. Başlangıçta yazılı olmayan zamanla yazılı hale getirilerek günümüzdeki yasaları oluşturan Töre, Türklerin geçmişteki anayasasıdır diyebiliriz. Bu anlayışın günümüze uzantısı Altay Türklerine ait bir atasözünde karşımıza çıkmaktadır: “Kişi Tanrısız, kürk yakasız, millet yasasız olmaz!”
Türk kağanlık/devlet geleneğinde yönetim könilik yani adalet üzerinde olmuştur. Türk toplumunda bireyler hürdür, hür olan birey de adalet ister. Adalette herkesin hakkını vermektir. İşte bu anlayış içerisinde devleti yönetenler hareket etmişler, bireyler arasında yaşanan sorunları adalet üzerine çözmüşlerdir. Bu anlayış ve uygulamanın en güzel örneğini kaynaklar bize vermektedir. Örneğin 7. asırda Uygur kağanlığı kurulmadan önce, henüz boylar halinde yaşayan Uygur Türklerinin boy beyi Pu-sa savaşlarla meşgul olduğu için annesi Uluğ Hatun itilaflara ve davalara bakmış, kanunlara tecavüz edenleri şiddetle fakat adaletle cezalanmıştır. Yine bir diğer örneğimiz da Karluklara aittir. 753 yılında Çin İmparatoru, Yoen-pi-kia adındaki Karluk yabgusuna kendilerine yaptıkları yardımlardan dolayı gönderdiği teşekkür mektubunda: “Otorite ve hüsni niyetle halkınızı yönetiyor, akıl ve maharetinizle onları kendinize hayran bırakıyorsunuz. Görevinizi ifada yüce adalete dayanıyorsunuz” demiştir.
Türk’ün adalet anlayışı 11. yüzyılda Yusuf Has Hacib tarafından kaleme alınan Kutadgu Bilig isimli eserde şu beyitlerde çok açık bir şekilde dile getirilmiştir:
“Beylik çok iyi bir şeydir, fakat ondan daha iyi olan kanundur ve onu doğru tatbik etmek lâzımdır”; “Kanun karşısında benim için hepsi birdir; bey veya kul olarak ayırmam”; “İster oğlu ister yakınım ve hasmım olsun; ister yolcu, geçici, ister misafir olsun Kanun karşısında benim için bunların hepsi birdir; hüküm verirken hiçbiri beni farklı bulmaz”.
Bu beyitlerden çıkan sonuç adaletin uygulayıcısı hükümdardır, hükümdar da adaleti uygularken kimin ne olduğuna bakmamalı, yaptıklarını kanunlar çerçevesinden değerlendirerek hüküm vermelidir. Devlet için kimin hangi makamda olduğu önemli değildir zira herkes kanun karşısında eşittir. Nitekim bu anlayış ile hareket eden Türk hükümdarları gittikleri her coğrafyada “Türk’ün Adaleti” denilen bir anlayışın ortaya çıkmasına sebep olmuşlar ve bu adalet anlayışından faydalanmak isteyen milletlerin ve halkların kendilerini yönetme davetleri ile karşılaşmışlardır.
Türklerin adalet anlayışı İslamiyet’in kabulünden sonra da Hz. Ömer’in “adalet mülkün temelidir” sözleri ile bütünleşerek devam etmiş, Türk milletin kurduğu en büyük devletlerden biri olan Osmanlı Devleti’nin başka etnik toplulukları kısa zaman içerisinde kendi çatısı altında toplayabilme başarını göstermesinin arkasında halkın şikayetlerini bizzat dinleyerek adaleti sağlamaya çalışmaları olmuştur. Nitekim Osmanlı padişahlarından Yavuz Sultan Selim özellikle “gece yarısına kadar halkın şikayetlerini dinlemesi’ ile öne çıkarak adaletin en doğru şekilde uygulanmasını sağlamak için elinden geleni yapmıştır.
Geçmişte olduğu gibi bugün de devletin temeli adalettir, yönetenlerin devletin hâkim olduğu bütün alanlarda (hak, suç, vergi) adaletten ayrılmamalı, insanı esas alan uygulamaları ile devletin cezalandırıcısı yönünü değil müşfik yönünü her vatandaşına hissettirmelidir.