Millî Mücadele Dönemi’nde, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) ile Fransa arasında 20 Ekim 1921 tarihinde imzalanan Ankara İtilafnamesi, Güney Cephesi’nde Fransızlarla mücadelenin diplomatik bir sonuçla neticelenmesidir. Bu anlaşma ile Türkiye, güney sınırını belirleyerek Fransa ile doğrudan çatışmayı sona erdirmiş, savaş yükünü hafifletmiş ve uluslararası tanınma yolunda bir adım atmıştır.
Birinci Dünya Savaşı sonrasında Osmanlı Devleti, Mondros Mütarekesi ile egemenliğini kaybederek İtilaf Devletleri tarafından işgale uğramış, bu doğrultuda İtalyanlarKonya, Antalya, Bodrum ve Afyon çevresini; Yunanlılar İzmir ve çevresini; İngilizler Musul, İskenderun, Antep, Urfa ve Kars’a; Fransızlar ise Mersin, Adana, Dörtyol’u işgal etmişlerdir. Bu durum Anadolu’da millî direniş hareketlerini başlatmıştır.
1919’da İngiltere ve Fransa, Orta Doğu’yu manda yönetimleriyle paylaşarak Suriye ve Lübnan’ı Fransa’ya bırakmış; Fransızlar Antep, Urfa ve Maraş’ta işgale başlamıştır. Ermenilerle iş birliği içinde halka baskı uygulamaları, Güney Cephesi’nde Kuvayı Millîye direnişini güçlendirmiştir. Urfa ve Maraş’ın kurtuluşu, TBMM’nin bölgedeki etkisini artırmış; Fransızlar askeri başarı elde edemeyince 1920’de Ankara ile geçici bir ateşkes yapmış, ancak kalıcı barış sağlanamamıştır.
Aynı dönemde, Batı Cephesi’nde kazanılan başarılar üzerine TBMM Hükümeti Londra Konferansı’na davet edilmiştir. Konferansa TBMM adına Bekir Sami Bey başkanlığında bir heyet gönderilmiş, ancak Bekir Sami Bey’in Fransa ve İtalya ile imzaladığı anlaşmaların Misak-ı Millî ve millî egemenlik ilkelerine aykırı bulunması üzerine bu anlaşmalar TBMM tarafından reddedilmiş ve Bekir Sami Bey istifa etmek zorunda kalmıştır. Yerine Dışişleri Bakanı olarak Yusuf Kemal Bey (Tengirşek) getirilmiştir.
Londra Konferansı sonrasında TBMM ile Fransa arasında başlayan temaslar, Ankara İtilafnamesi’ne giden süreci başlatmıştır. I. İnönü Zaferi TBMM’nin itibarını artırmış, Bu dönemde hem Millî Savunma hem de vekâleten Dışişleri Bakanlığı görevini yürüten Fevzi (Çakmak) Paşa’nın girişimiyle Dışişleri Bakanlığı Hukuk Müşaviri Mehmet Münir Bey 1921’de Adana’da Fransız yetkililerle görüşerek ilişkilerin kopmasını önlemiştir. Bu diplomatik temaslar, TBMM’nin uluslararası meşruiyetini güçlendirmiştir.
Fransa Hükümeti, 3 Haziran 1921’de Senato Dışişleri Komisyonu Başkanı Henry Franklin’u gayri resmî temsilci olarak Ankara’ya göndermiş ve Bouillon iki hafta Ankara’da kalmıştır. Mustafa Kemal Paşa, bizzat kendisiyle görüşmüş, Misak-ı Millî’yi anlatmış ve özellikle “ siyasi, mali, iktisadi, adli, askerî, harsi ve ilâ… Her hususta istiklâli tam ve serbesti tam” üzerinde durmuştur. Bouillon ise, ise Sevr Antlaşması ve Bekir Sami Bey’in Londra’da imzaladığı anlaşmaları esas almak istemiştir. Bu durum üzerine Türk heyeti Misak-ı Millî ilkelerinden taviz vermemiş, Fransa Türk tarafının tam bağımsızlık ve kapitülasyonların kaldırılması konusundaki kararlılığı, müzakerelerin geçici olarak kesilmesine yol açmıştır.
Ancak Sakarya Meydan Muharebesi’ndeki zafer ile Yunan ordusunun Ankara’ya yönelik tehdit oluşturacak kapasitesi ortadan kalkınca, Fransa ile diplomatik temaslar yeniden gündeme gelmiştir. Bu çerçevede, 24 Eylül 1921’de Ankara’da Franklin Bouillon ile TBMM Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Bey başkanlığındaki heyetarasında ikinci aşama görüşmelerbaşlamış ve süreçte20 Ekim 1921’de Ankara İtilafnamesi imzalanmıştır. Anlaşma 13 maddeden oluşmuştur.
Ankara Anlaşması’nın maddeleri, savaşın resmî olarak sona erdirilmesini, tutuklu ve tutsakların serbest bırakılmasını, tarafların belirlenen sınır hattına çekilmesini ve sınır güvenliğinin sağlanmasını öngörmektedir. Sınır hattı Türkiye lehine düzenlenmiş; demiryolu ve istasyonların kontrolü Türkiye’de kalmış, Bağdat demiryolu üzerindeki ayrıcalıklar, askerî ulaşım ve gümrük haklarıyla hem Türkiye’nin hem Fransa’nın ekonomik çıkarları güvence altına alınmıştır. İskenderun ve çevresine özel yönetim ve kültürel haklar tanınmıştır. Boşaltılan topraklarda genel af ilan edilmiş, azınlık hakları güvence altına alınmış ve Süleyman Şah Türbesi Türkiye mülkiyetinde bırakılmıştır.
Başkomutan Mustafa Kemal, Nutuk’ta antlaşmayı şöyle değerlendirmiştir: “Bu anlaşma ile siyasa, iktisat, askerlik (alanlarında) ve öbür alanlarda, tek bir konuda bağımsızlığımızdan hiçbir şey yitirmeksizin yurdumuzun değerli parçalarını işgalden kurtarmış olduk. Bu anlaşma ile ulusal isteklerimizi, ilk kez olarak, Batı devletlerinden biri, söylemiş ve onaylamış oldu.” Mustafa Kemal Paşa’ ya göre Ankara Anlaşması, Türkiye’nin bağımsızlığını koruyarak önemli toprakları işgalden kurtarmış ve ulusal isteklerin Batı devletlerinden biri tarafından resmî olarak tanınmasını sağlamıştır.
Başkomutan Mustafa Kemal, anlaşmanın ardından 23 Aralık 1921’de Fransız Konsey Başkanı Aristide Birand’a mektup kaleme almıştır. Ankara Anlaşması’nın diplomatik ve sembolik önemini vurgulayarak iki ülke arasındaki dostluk ve barış ilişkilerini güçlendirdiğine vurgu yapmıştır.
Ankara Anlaşması, yalnızca Türkiye için değil, Fransa açısından da stratejik ve ekonomik kazanımlar sağlamıştır. Fransa, bu anlaşma sayesinde Doğu’daki barışı güvence altına alarak iç kamuoyundaki baskılardan kurtulmuş ve İngiltere ile olan bölgesel politik baskılardan bağımsız hareket etme imkânı bulmuştur. Ayrıca, Kuzey Afrika’daki İslam devletleri ve genel olarak İslam dünyasının sempatisini kazanarak Suriye’deki nüfuzunu pekiştirmiş, Moskova’nın bölgedeki yayılmacı planlarını sınırlamıştır. Ekonomik açıdan da Fransa, savaş sonrası yükünü hafifletirken bölgedeki tarihsel ticari ve ekonomik çıkarlarını koruma imkânı elde etmiştir. Ankara Anlaşması, her iki taraf açısından stratejik öneme sahip olup Türkiye’nin güney sınırına ilişkin getirdiği çözümler, ilerleyen süreçte Lozan Antlaşması tarafından da büyük ölçüde teyit edilmiştir. Bununla birlikte, anlaşmadan doğan tek sorun olan Hatay meselesi, ancak sonraki yıllarda diplomatik yollarla çözülebilmiştir.
Sonuç olarak; bu anlaşma, Millî Mücadele Dönemi’nde TBMM’nin ulusal egemenlik anlayışı doğrultusunda yürüttüğü siyasal ve askerî mücadele, yalnızca bağımsızlık savaşının askerî yönünü değil, aynı zamanda yeni Türk devletinin uluslararası alanda meşruiyet kazanma sürecini de şekillendirmiştir.

