ABD
12.03.2025
ABD’li iki Kongre üyesinden Türkiye’nin Orta Doğu ülkesi statüsüne alınmasına dair yasa tasarısı

Yasa tasarısı, Türkiye’nin Avrupa ve Avrasya Bürosu’ndan Yakın Doğu Bürosu’na taşınarak resmi olarak Orta Doğu ülkesi statüsüne alınmasını öngörüyor.
ABD dış politikasında Türkiye’nin bir Orta Doğu ülkesi olarak yeniden sınıflandırılması amacıyla Perşembe günü Temsilciler Meclisi’nde iki partili yasa tasarısı sunuldu.
Temsilciler Meclisi üyeleri Gus Bilirakis ve Brad Schneider tarafından sunulan ‘Türkiye ile Diplomatik İlişkileri Yeniden Düzenleme Yasası’ ile Türkiye’nin ABD Dışişleri Bakanlığı’na bağlı Avrupa ve Avrasya Bürosu’ndan (EUR) Yakın Doğu Bürosu’na (NEA) taşınması öngörülüyor. Böylece Türkiye’nin diplomatik statüsünün İran, Suriye ve Libya ile aynı bölgede tanımlanması amaçlanıyor.
Yasa tasarısına gerekçe olarak, “Türkiye’nin Orta Doğu’ya yöneldiği ve artık Avrupa ile ilişkilerine öncelik vermediği” belirtiliyor.
Aynı zamanda Ankara’nın “Rusya, Çin ve İran ile derinleşen bağlarına”, Hamas’a verdiği desteğe ve Doğu Akdeniz’deki anlaşmazlıklara atıfta bulunularak, Türkiye’nin dış politikasının “Batı’nın güvenlik çıkarlarıyla temelde çeliştiğine” değiniliyor.
Kongre üyesi Bilirakis, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ABD’nin çıkarlarına aykırı hareket ettiğini savunarak, “Türkiye, uluslararası hukuku takip etme konusunda sürekli olarak saygısızlık gösterdi,” dedi.
“Türkiye bir dönüm noktasında, ancak [Cumhurbaşkanı] Erdoğan seçimini yaptı,” diyen Kongre üyesi Schneider ise Türkiye’nin Hamas militanlarına ev sahipliği yaptığını, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’e destek vererek “NATO ittifakının birliğini engellediğini” iddia etti. “Amerikan diplomasisinin Türkiye’nin hala Avrupa’nın bir parçası olduğu iddiasını bırakmasının zamanı geldi,” diye ekledi.
Yasa tasarısına göre, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Türkiye’nin diplomatik statüsünü 90 gün içinde yeniden ataması ve Türkiye’nin dış politikasında Rusya, Çin ve İran ile yakınlaştığı iddialarıyla ilgili bir rapor sunması gerekiyor.
ABD-Türkiye ilişkileri
Ortadoğu’da güvenliğin sağlanması konusunda Irak Şam İslam Devleti’ne (IŞİD) karşı mücadelede Suriye, ABD-Türkiye ilişkilerinde önemli bi yer tutuyor. Ancak, yıllardır devam eden anlaşmazlıklarda herhangi bir ilerleme kaydedilmesi zor görünüyor.
ABD, Suriye’deki varlığını IŞİD’le mücadele olarak gerekçelendiriyor. Pentagon’a göre ABD’nin Suriye’deki askeri misyonu, IŞİD’i zayıflatmak ve bölgede faaliyet gösteren yerel ortakları desteklemek. Bu ortaklar arasında Kürtlerin öncülüğünde kurulan Suriye Demokratik Güçleri (SDG) de bulunuyor.
ABD Dışişleri Bakanı Rubio, görevine başlamadan önce 15 Ocak günü Senato’daki oturumda, IŞİD ile mücadelede SDG’ye desteğin “kesinlikle” süreceğini belirterek, IŞİD’e karşı kazanılan başarının SDG’nin fedakarlığı sonucunda elde edildiğini açıklamıştı.
Türkiye, güney komşusu Suriye’nin kuzeyinde bulunan Suriye Demokratik Güçleri (SDG) çatısı altındaki en faal ve hakim konumdaki silahlı örgüt Halk Savunma Birlikleri’ni (YPG), Kürdistan İşçi Partisi’nin (PKK) Suriye kolu olarak tanıyor.
28 Kasım 1978’de Diyarbakır’ın Lice ilçesinde kurulan PKK, Avrupa Birliği, Amerika Birleşik Devletleri (ABD), İngiltere, Fransa, Türkiye ve pek çok başka devlet tarafından terör örgütü kabul ediliyor.
Ancak Batılı ülkeler SDG’ye aynı tavrı göstermiyor.
ABD’den Türkiye’ye yaptırımlar
ABD, Türkiye’ye Rusya’dan S-400 füze savunma sistemi satın alması nedeniyle yaptırım uygulamış, F-35 savaş uçaklarının ya da F-35 destek teçhizatının transferi yasaklanmıştı.
Eski ABD Başkanı Joe Biden yönetimi döneminde 2021 yılında, Hasımlarına Yaptırımlar Yoluyla Karşılık Verme Yasası (CAATSA) kapsamında “Rusya ile kurulan ilişkiler” nedeniyle bir dizi yaptırım yürürlüğe girmişti.
Donald Trump ilk döneminde CAATSA yaptırımlarının Türkiye’ye karşı uygulanmasını engellemişti.
Elon Musk’ın şirketi, ‘telekinezi’ ve ‘telepati’ için patent başvurusu yaptı
Musk’ın şirketi Neuralink, nörolojik problemler nedeniyle kısıtlı hareket yetisine sahip bireylerin beyin dokularına yerleştirilen çipler üretiyor.
Elon Musk’ın beyin implantı şirketi Neuralink, gelecekteki ürünleri için ‘telepati’ ve ‘telekinezi’ gibi birçok bilim kurgusal terimin patentini almak için ABD Patent ve Ticari Marka Ofisi’ne (USPTO) başvuruda bulundu.
2016’da kurulan Neuralink, nörolojik problemler nedeniyle kısıtlı hareket yetisine sahip bireylerin beyin dokularına yerleştirilen çipler üretiyor. Medyada beyin çipi diye anılan bu teknolojiye “beyin-bilgisayar arayüzü” (BBA) adı veriliyor.
Bu teknoloji sayesinde nörolojik problemlerle boğuşan kişilerin hareket kabiliyetlerinin bilgisayarlar aracılığıyla geliştirilmesi amaçlanıyor. Bazı kişiler, robotik kollar aracılığıyla ihtiyaçlarını giderebilmeye başlarken, bazı hastalar da bilgisayarlar aracığıyla konuşma yetisine sahip olabiliyor.
Bu teknoloji alanı aslında insan beynini bilgisayara bağlamak için geliştirilen tüm yöntemleri kapsıyor. İlk araştırmalar 1970’lerde Kaliforniya Üniversitesi Beyin Araştırma Enstitüsü’nde başladı. Temel teknolojik altyapının oluşturulması 20 yıldan fazla zaman aldı. 1990’ların ortalarına gelindiğindeyse ilk BBA prototipleri insan kafatasına yerleştirilmeye başlamıştı.
Geçen yıl Neuralink firması, kendi geliştirdiği beyin çiplerini hastalar üzerinde deneyebilmek için onay almıştı. WIRED’a göre bu kapsamda şimdiye kadar üç kişi implantları taktırdı.
Telepati ve telekinezi patenti ne işe yarayacak?
Şirketin 3 Mart’ta yaptığı ticari marka başvurusunda Telepati adı verilen ilgili ürün, “iletişimi kolaylaştırmak ve yazılım ile donanımın kontrolünü sağlamak için bilgisayara yerleştirilebilir bir beyin arayüzü” olarak tanımlanıyor.
Buradaki “iletişimi kolaylaştırma” iddiası, Telepathy’nin felçli insanların implant sayesinde sadece düşünerek bir bilgisayar ekranına yazı yazabildiği deneyleri akla getiriyor. Ancak telepatinin kelime anlamı, iki bireyin beş duyu organını da kullanmadan, sadece düşünce gücüyle birbiriyle iletişim kurması demek.
Bu da gelecekte Neuralink implantlarına sahip bireyler arasında telepatik iletişim sağlanacağı iddialarını gündeme getiriyor ki şirketin kurucusu Musk, daha önce gelecekte bu şekilde iletişim kurulacağı düşüncesini sıklıkla dile getirmişti.
İlk olarak 2017’de, o zamanlar yeni olan şirketi Neuralink’in arkasındaki fikri ana hatlarıyla açıkladığı uzun bir açıklamada Musk, insanlar arasında düşünce yoluyla iletişimi savunmuştu.
Musk, daha yakın zamanda, Ağustos 2024’te, Lex Fridman’ın Podcast’ine konuk olarak, “Bilgisayarla etkileşim kurmanın yepyeni yolları açılabilir. Ve tabii diğer insanlarla,” demişti.
Milyarder ayrıca, nihayetinde sağlıklı insanlara da beyin implantları takılacağını ve bunun da insanların yapay zekayla “simbiyoz” (biyolojide ortak yaşamlılık) oluşturmasını sağlayacağını ileri sürmüştü.
Neuralink ayrıca, Telekinezi adlı ürünü için de patent başvurusu yaptı. Telekinezi bilimkurgu anlatılarında fiziksel etkileşim olmadan nesneleri hareket ettirme yeteneği olarak tasvir ediliyor.
Bu ticari marka başvurusu da bireylerin robotik uzuvları ve diğer cihazları kontrol etmek için kullanacağı gelecekteki implant sınıfına işaret ediyor olabilir.
Trump, ABD’nin ‘küreselci’ ülkeler ve şirketler tarafından ‘kazıklandığını’ iddia etti

Trump, Kanada ve Meksika’ya geçici bir gümrük vergisi muafiyeti tanıyan bir kararnameyi imzaladıktan sonra, piyasa genelindeki düşüşlerden ‘küreselci’ ülkeleri ve şirketleri sorumlu tuttu.
ABD Başkanı Donald Trump, ikinci yönetiminin ilk birkaç ayını ülkenin en yakın ticaret ortakları olan Kanada ve Meksika’dan yapılan ithalata uygulanan gümrük vergilerini açıklayarak ve hemen ardından iptal ederek geçirdi.
Oval Ofis’te basın mensuplarının sorularını yanıtlayan Trump, “Birçoğu küreselci ülkeler ve şirketler, yıllar önce bizden alınan şeyleri geri aldığımız için işlerini iyi yapamayacaklar,” dedi.
Perşembe günü, Kanada ve Meksika’dan gelen otomobil parçaları, alt montaj ürünleri ve önemli bir gübre bileşeni olan potas üzerindeki gümrük vergisi yükünü geçici olarak yüzde 25’ten yüzde 10’a indiren bir idari emir imzalayarak ABD’li üreticiler ve bunlara bel bağlayan çiftçiler üzerindeki ani etkiyi azalttı.
Ancak bu durum, ABD’de genel piyasa sağlığını ve yatırımcıların ruh halini gösteren en önemli iki endeks olan Nasdaq ve S&P’nin gün sonunda önemli düşüşler kaydetmesiyle gerileyen piyasaları sakinleştirmeye yetmedi.
Wall Street cuma günü Nasdaq’ın yüzde 2,6 ve S&P 500’ün yüzde 1,8 düştüğü kaotik bir seans geçirdi. AJ Bell yatırım direktörü Russ Mould Euronews’e yaptığı açıklamada, VIX volatilite endeksinin yüzde 13,5 arttığını ve yatırımcıların ne kadar gergin hissettiğini gösterdiğini söyledi.
Trump gazetecilerin piyasalardaki düşüşle ilgili soruları geçiştirerek, “Her zaman kısa vadeli küçük bir kesinti olacaktır, (ancak) bunun büyük olacağını sanmıyorum,” dedi.
Konuşmasında, Amerikan ürünlerini satın almayı reddederken ABD’nin “savunma faturalarını ödemesine” izin vermekten mutlu olduklarını ve bunun “yıllar sonra kötü bir rakam oluşturduğunu” iddia ettiği Avrupa ülkelerine özellikle vurgu yaptı.
Trump sözlerine şöyle devam etti: “NATO’yu destekliyorduk, diğer ülkelerin faturalarını ödüyorduk ama aynı ülkeler, çoğunlukla Avrupa ülkeleri, ticarette bizi kazıklıyordu… Arabalarımızı almıyorlardı, tarım ürünlerimizi almıyorlardı, hiçbir şey almıyorlardı ama biz milyonlarca Mercedes, BMW ve Volkswagen arabalarını alıyorduk.”
Borsa endeks oynaklığı neden önemli?
Trump’ın gümrük tarifelerine ilişkin kararlarının etkileri, tarifelerin kabul edildiği gün marketten aldığınız yiyeceklerin fiyatlarına hemen yansımaz.
Ancak endeksler – borsadaki bir malın ya da emtianın fiyatı aracılığıyla – aylar ya da bazen haftalar sonra fiyatın ya da talebin ne olmasını beklediklerine göre tepki verirler.
Kısacası, ileride yaşanmasını bekledikleri zorluklar için alarm zillerini çalarlar.
Piyasa endeksleri son derece hassastır ve sadece başkanlar ya da iş dünyası liderleri tarafından yapılan konuşmalara dayanarak – ekonomik nitelikte olmayanlar bile – gelecekteki ekonomik faaliyeti gösteren bir rüzgar gülü gibi hareket ederek bir gün içinde yukarı ya da aşağı gittiği bilinmektedir. Mevcut krizin “piyasa korkutması” (market spooking) olarak adlandırılmasının nedeni de budur.
Trump’ın Kanada ve Meksika’ya karşı ilan ettiği gibi gümrük tarifeleri, üretim, arz ve talepte büyük değişimlere yol açacak önemli piyasa müdahaleleri veya eylemleri olarak kabul edilir.
İşte bu nedenle, ABD-Meksika-Kanada Anlaşması ya da USMCA -yani bir lastiğin ABD’de, bir makine parçasının Kanada’da, alüminyum kaplamanın Meksika’da üretilebileceği ve ardından tüm otomobilin bu üç ülkeden birinde monte edilebileceği- kapsamında ortak bir ekonomik alanda faaliyet gösteren Kanada ve Meksika hükümetleri, Trump’ın eylemlerine bu kadar içerlemiş durumda.
AJ Bell yatırım direktörü Mould, “Donald Trump, Kanada ve Meksika’da daha fazla ürünü gümrük vergisinden muaf tutmuş olsa da, yatırımcıları üzen şey, bu sürekli değişikliklerdir,” dedi.
Trump, ABD’deki üç büyük otomobil şirketinin (General Motors, Ford ve Stellantis) temsilcileriyle görüştü ve yeni koşullara uyum sağlayabilmeleri için tarifelerin geçici olarak düşürülmesini istedi.
Trump Oval Ofis’teki görüşmeyi anlatırken şunları söyledi: “‘Hız nedeniyle tarifeler konusunda biraz yardım alabilir miyiz’ dediler ve ben de bakın bunu yapacağım ama hepsi bu kadar, 2 Nisan’dan sonra bana geri dönmeyin dedim.”
Trump tam tarife rejiminin 2 Nisan’da yürürlüğe gireceğini tekrarladı.
Her ne kadar 4 Mart’taki ilk yüzde 25’lik gümrük tarifesi üreticiler için perşembe günü imzalanan yüzde 10’luk tarifeden daha sert olsa da, piyasalar tahminlere göre işliyor. Bu nedenle sürekli gidip gelmeler ve daha fazlasının geleceğine dair belirsizlik piyasa endekslerine daha da zarar veriyor.
Mould, “Eğer Trump sözünü sakınmasaydı, şirketler ayarlamalarını buna göre planlayabilir ve ne olacağını bilebilirlerdi. Trump’ın sürekli fikir değiştirmesi, şirketlerin bir günden diğerine neler olup bittiği hakkında hiçbir fikri olmadığı için işleri karıştırıyor. Bu aynı zamanda yatırımcıların portföylerini nasıl konumlandıracaklarından emin olmadıkları anlamına da geliyor,” diyor.
‘Küreselciler’
Ortalama tüketicilerin çoğu piyasa endekslerinin günlük dalgalanmalarını takip etmez. Bu nedenle Trump’ın konuşmasının büyük bir kısmı bunun nasıl “büyük bir oyun değiştirici” olduğunu tekrarlamaya odaklandı ,çünkü ABD yıllardır “kazıklanıyordu.”
Aslında Trump gibi figürler, ABD vatandaşlarının, seçim kampanyası sırasında yüksek fiyat algısı yaygın bir kinaye olan yumurta gibi şeylerin fiyatlarının, tek amaçları zor kazandıkları paralarını ellerinden almak olan karanlık figürler ya da kukla ustaları tarafından kontrol edildiğini varsayacakları gerçeğine güveniyor.
Beyaz Saray Özel Kalem Müdür Yardımcısı Stephen Miller gibi Trump’ın en yakın çevresine mensup olan popülist ve aşırı sağcı liderler ve düşünürler, iş dünyası liderlerinden ve Avrupa kıtasındakilerden “küreselciler” olarak bahsetmeyi seviyorlar. Aynı zamanda Trump’ın kendi benimsediği bir terim gibi görünüyor.
Bu terim yanıltıcıdır. ABD ve müttefiklerinin tamamı diğer ülkelerle ticaret yapan serbest piyasa ekonomilerine sahiptir. Bu da ABD’yi tanımı gereği küreselci yapmaktadır. ABD dolarının küresel ticaretin para birimi olması ve ülkeyi “küreselci” pazarın kilit oyuncusu haline getirmesi bu terimi daha da geçersiz kılmaktadır.
AVRUPA
09.03.2025
Almanya’nın otomotiv endüstrisi Donald Trump’ın gümrük vergilerine nasıl hazırlanıyor?
Avrupa’nın ihracat odaklı en büyük ekonomisi Trump’ın gümrük vergilerine maruz kalırken, Meksika’daki Alman otomobil üreticileri de olası bir ticaret savaşının zincirleme etkilerini görecek.
ABD Başkanı Donald Trump Salı günü ABD’nin en büyük üç ticaret ortağıyla gümrük vergisi savaşına girerek Kanada ve Meksika’ya yüzde 25 gümrük vergisi getirdi ve Çin’e uygulanan ithalat vergisini iki katına çıkararak yüzde 20’ye yükseltti.
Perşembe günü ise geri adım atarak Meksika ve Kanada’dan ithal edilen bazı ürünlere yönelik gümrük vergilerini erteledi ancak Nisan ayı başında ek gümrük vergileri uygulayacağını vurguladı.
Trump’ın gümrük vergilerinin yol açtığı uluslararası bir ticaret savaşı ihtimali, 2024 yılında üst üste ikinci kez küçülen Alman ekonomisi için kötü bir zamana denk geliyor.
Bir zamanlar ekonomik bir güç merkezi olan Almanya’nın 2025 yılında bloğun en zayıf performans gösteren ülkesi olacağı tahmin ediliyor.
Ancak uzmanlar Çin, Meksika ve Kanada arasında yaşanacak bir gümrük vergisi savaşının, bu üç ülkedeki Alman üretici ve tedarikçileri etkilemek bir yana, Almanya üzerindeki etkisinin en azından şimdilik sınırlı olacağını belirtiyor.
Bielefeld Üniversitesi Uluslararası Ekonomi Profesörü ve Kiel Dünya Ekonomisi Enstitüsü Ticaret Politikası Araştırma Grubu Başkanı Julian Hinz Euronews’e yaptığı açıklamada, “En azından orta vadede, örneğin Çin’den ABD’ye gitmek üzere tasarlanmış ürünlerin artık Avrupa pazarlarına girmesi anlamında bir miktar ticaret sapması beklenebilir,” dedi.
Bununla birlikte ABD, Çin, Meksika ve Kanada yerine Avrupa’dan biraz daha fazla ithalat yapabilir. Hinz, “Bu etkiler genel tabloyu biraz bulanıklaştırıyor,” diyor.
Audi de dahil olmak üzere Alman otomotiv şirketleri Meksika’da otomobil üretiyor. Alman Otomotiv Endüstrisi Derneği’nin (VDA) verilerine göre, Alman otomobil üreticileri Meksika’da başta ABD pazarı için olmak üzere 716.000 otomobil üretti.
Hinz, Trump’ın gümrük vergilerinin Meksika’da üretilen Alman otomobillerinin ABD’de eskisi kadar kolay satılamayacağı ya da çok daha pahalı olacağı anlamına gelmesi halinde bunun “daha büyük bir etki yaratabileceğini” söylüyor.
Perşembe günü Trump, sektörün önde gelen isimleriyle yaptığı görüşmelerin ardından Meksika ve Kanada’daki otomobil üreticilerine bir aylık gümrük vergisi muafiyeti tanıdı.
Ancak Alman ekonomist Thomas Hutzschenreuter, bir ayın sonunda gümrük vergilerinin ve ardından Meksika’dan Alman otomobillerine olan talebin azalmasının Alman, Avrupalı ve Meksikalı iş gücünü etkileyeceğini söylüyor.
Euronews’e konuşan Hutzschenreuter, “İşsizlik oranları etkilenecek,” dedi.
Avrupa Birliği’nde gümrük tarifeleri
Uzmanlar, Trump’ın Şubat ayı sonunda tehdit ettiği gibi Avrupa Birliği’ne gümrük vergisi uygulamaya karar vermesi halinde tablonun dramatik bir şekilde değişeceği konusunda uyarıyor.
Hutzschenreuter, “Bu, tek tek şirketlerin satışlarını dünya çapında çeşitlendirmek zorunda kalacağı anlamına geliyor. Başka bir deyişle, ABD pazarına öncelik vermemeleri ve diğer pazarlara daha fazla öncelik vermeleri gerekecek. Şu anda çoğu Alman şirketinde bu konu tartışılıyor,” dedi.
“Ancak sorun şu ki, gümrük tarifeleri uygulanırken bu kadar hızlı tepki veremezsiniz. Tepki vermek daha fazla zaman alır. Bu nedenle de kısa vadede etkileneceksiniz.”
Almanya Ticaret ve Yatırım (GTAI) ofisinden alınan rakamlara göre, özellikle etkilenen sektörlerden biri, 2023 yılında Almanya’nın toplam ihracatının yüzde 17’sini oluşturan otomotiv endüstrisi.
Almanya’nın otomotiv endüstrisi geçen yıl kriz moduna girdi ve Volkswagen gibi bir zamanların güçlü otomobil üreticileri fabrikalarını kapatıp binlerce kişiyi işten çıkardı.
VDA Başkanı Hildegard Müller şubat ayında yaptığı açıklamada, Trump’ın Avrupa Birliği’ne yönelik yüzde 25’lik gümrük vergisi tehdidini bir “provokasyon” olarak yorumladı.
Müller, “Gümrük tarifeleri yanlış bir müzakere aracıdır,” dedi. “Dünya ekonomisi üzerinde olumsuz etkileri olan küresel bir ticaret çatışması riski yüksektir.”
Kiel Dünya Ekonomisi Enstitüsü tarafından yapılan simülasyonlara göre, artan gümrük tarifeleri hem AB hem de ABD’de ekonomik kayıplara ve enflasyona yol açacak.
Almanya’da bu durum otomotiv ve makine mühendisliği sektörlerini etkileyecek ve Kiel Enstitüsü toplam üretimin otomobiller için yüzde 4’e kadar düşeceğini gösteriyor.
Hinz, “Bu zaten zor durumda olan bir sektör için büyük bir rakam,” diyor.
Ancak Hinz, Almanya ve bir bütün olarak AB için vurgulanması gereken bir hususun, ABD’nin önemli bir ticaret ortağı olmasına rağmen, ihracatın yaklaşık yüzde 10’unun oraya gitmesi olduğunu söyledi.
“ABD’nin dramatik gümrük vergileri uyguladığı en kötü senaryoda bile, AB ithalatının çoğu AB’de kalıyor ve DTÖ kuralları ve serbest ticaret anlaşmaları kapsamında ticaretin gayet iyi işlediği ve eskisi gibi işlemeye devam edeceği pek çok başka ticaret ortağı var.”
Hinz sözlerini şöyle sonlandırıyor: “ABD burada en çok kendine zarar veriyor.”
Avrupa’da kadın girişimciliği: Hangi ülkelerde kadınlar kendi işlerini kurmaya daha istekli?
AB’de kendi işini kurma konusunda en istekli kadınlar Portekiz, Polonya ve Yunanistan’da yaşıyor. Ancak yeni bir araştırmaya göre, AB bloğunun dışında kalan Ukrayna’da kadın girişimci adaylarının oranı daha da yüksek.
Mastercard tarafından yaptırılan yeni bir araştırmaya göre, Ukrayna’daki kadınlar Avrupa’nın geri kalanına kıyasla kendi işlerini kurmaya en istekli kadınlar.
Savaş bölgesinde yaşayan ve çok zor koşullarla karşı karşıya olan Ukraynalı kadınların üçte ikisi (yüzde 66) kendi işlerini kurmayı planladıklarını söylüyor. Aynı şeyi düşünenler arasında genç kuşakta bu oran daha da yüksek. Z kuşağının beşte dördünden fazlası (yüzde 83) kadın girişimciliğinin önemine inanıyor.
Kadın girişimcilerin ekonomik kalkınma, dayanıklılık ve toparlanmada kritik bir rol oynadıklarını belirten Mastercard, aynı zamanda dünyada olumlu bir değişimi desteklemek için harekete geçtiklerini de sözlerine ekledi.
Mastercard Küresel Programlar Başkan Yardımcısı Payal Dalal Euronews Business’a yaptığı açıklamada, “Örneğin, Ukrayna’nın Kharkiv kentindeki Barbershop Inclusive’in sahibi girişimci ve anne Inna Bozhko, Mastercard Kapsayıcı Büyüme Merkezi aracılığıyla verdiğimiz desteği kullanarak, sesten etkilenen engelli çocuklar için (sekiz yaşındaki kızı serebral palsi hastası) ses yalıtımlı özel bir alana sahip kendi berber dükkanını açtı,” dedi.
Avrupa’da kadınların kendi işlerini kurarken karşılaştıkları engeller neler?
Rapora göre, başarısızlık riski (yüzde 31), finansal kaynak eksikliği (yüzde 29) ve deneyim eksikliği (yüzde 28), henüz kendi işini kurmamış kadınlar tarafından belirtilen en önemli engeller arasında yer alıyor.
Öz güven de kadınlar için önemli bir zorluk ve kadınlar aynı zamanda bakım yükümlülükleriyle de (hem çocuklar hem de yaşlı aile üyeleri için) orantısız bir şekilde mücadele ettiklerini belirtiyor.
Teknoloji kadın girişimciliğini nasıl artırabilir?
Mastercard ve Amazon Web Services liderleri, dijital teknolojilerin küçük işletmelerin kuruluşunu ve işleyişini dönüştürmek için büyük bir potansiyel olduğu ve kadın girişimcilerin bunlardan özellikle faydalanabileceği konusunda hemfikir.
“Önümüzdeki birkaç yıl içinde, dijital teknolojilerin kullanımının artmasıyla kadın girişimcilerin önündeki engellerin aşılacağını umuyorum; ancak bu teknolojilerin de daha küçük işletmelerin çeşitli ihtiyaç ve kabiliyetlerine uyum sağlaması gerekiyor.”
Payal, “Operasyonel verimliliğin artırılmasından pazar erişiminin genişletilmesine kadar, dijital araçlar daha fazla ölçeklenebilirlik, esneklik ve büyüme için benzeri görülmemiş fırsatlar sunuyor,” dedi.
Atlantikçiliğin son kalesi: Meloni’nin AB’yi ABD’nin koruması altında tutma çabası

Bazı AB liderleri ABD’nin Avrupa’nın güvenliğinden belirgin bir şekilde uzaklaşmasının sonuçlarını düşünürken, İtalya Başbakanı Giorgia Meloni kıtanın ABD’nin koruması altında kalmasının en güçlü savunucularından biri olmaya devam ediyor.
İtalya Başbakanı Giorgia Meloni Perşembe günü olağanüstü AB zirvesi için Brüksel’e giderken, öncesinde geçtiğimiz Pazar günü Londra’da yapılan gayriresmi zirvede ortaya koyduğu bir doktrinine bağlı kaldı: NATO’nun tam katılımı olmadan Avrupa’nın savunması mümkün değildir.
Bu tutum, Başkan Donald Trump yönetimiyle ABD’nin siyasi değişimlerini Avrupa’nın stratejik özerkliğini arttırması için bir sinyal olarak yorumlayanların çabalarını yöneten Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’dan farklı.
Macron, AB müttefikleri için ek bir güvenlik garantisi olarak Fransa’nın nükleer korumasını tüm kıtaya yaymayı önerecek kadar ileri giderken, Meloni, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana ABD ve Avrupa arasında siyasi, ekonomik ve savunma konularında yakın bir ittifakı savunan bir doktrin olan geleneksel Atlantikçiliğe olan bağlılığını yeniden teyit etti.
Avrupa değişen jeopolitik gerçeklerle boğuşurken Meloni, Macron’un NATO bağlarını sürdürme ve aynı zamanda ABD’nin transatlantik ittifakın fişini çekmesi durumunda Avrupa’nın savunma yeteneklerini güçlendirme vizyonunu desteklemeye açık görünen birçok AB lideri arasında arabuluculuk yapmaya çalışıyor.
Batı kampını bir arada tutmak
Avrupa’nın kendi kendine yetmesi yönündeki çabalar Fransa’nın ötesinde de ilgi görüyor. AB dış politika şefi Kaja Kallas, Trump ile Ukrayna Cumhurbaşkanı Volodimir Zelenskiy arasındaki gerilimin ardından attığı tweetle tartışmayı alevlendirdi: “Özgür dünyanın yeni bir lidere ihtiyacı olduğu netleşti. Bu meydan okumayı üstlenmek biz Avrupalılara düşüyor.”
İtalya’ya göre bu ideolojik uçurumların kapatılması NATO’nun birliğinin korunması açısından hayati önem taşıyor. AB zirvesi öncesinde bir diplomatik kaynak, “Bu durumda açık olan şey, sadece Avrupa Birliği içinde değil, daha genel olarak Batı kampı içinde birliği sürdürme ihtiyacıdır,” dedi.
Merkez sağ Avrupa Halk Partisi’nin (EPP) bir toplantısı için Brüksel’de bulunan İtalya Dışişleri Bakanı Antonio Tajani de bu görüşü destekledi: “Güçlü bir transatlantik ilişki ve NATO olmadan Ukrayna’nın ve Avrupa’nın güvenliğini garanti altına almak kesinlikle mümkün değildir.”

Meloni’nin Trump ile yakın ilişkileri
Transatlantik birliğe olan bağlılığının ötesinde Meloni, yakın bir müttefik olduğu için Avrupa’nın birkaç potansiyel ‘Trump fısıldayıcısı’ndan biri olmaya devam ediyor. Trump Meloni’yi “harika bir kadın” ve “büyük bir lider” olarak nitelendirmişti.
Ocak ayında, İran’da tutuklu bulunan İtalyan gazeteci Cecilia Sala’nın serbest bırakılması çabalarını koordine etmek üzere Trump’ın Florida’daki Mar-a-Lago malikanesine gitti. Bu diplomatik başarı Meloni’nin ülke içindeki konumunu güçlendirdi.
Meloni kısa süre önce yaptığı bir konuşmada, Trump’ın Avrupa’ya bağlılığıyla ilgili endişeleri gidermeye çalıştı. “Düşmanlarımız Trump’ın uzaklaşacağını umuyor ama bu olmayacak. Onu tanıyorum. Güçlü ve etkilidir. Eminim yanıldıklarını kanıtlayacağız,” dedi.
‘Hukuken tartışmalı’ bir NATO uzlaşması
Bu anlamda ve Trump’ın Ukrayna’nın NATO üyeliğine karşı çıkması ile Kiev’e güvenlik güvencesi verme ihtiyacı arasında bir orta yol bulma çabasıyla Meloni alışılmadık bir çözüm önerdi.
Ukrayna’ya NATO’nun kolektif savunma maddesi olan 5. Maddesini ittifaka fiili üyelik verilmeden genişletmeyi önerdi. Böylece, Ukrayna’yı NATO’nun koruyucu şemsiyesi altına sokarken resmi bir taahhütten de kaçınmış olacaktı.
Roma’daki Luiss Guido Carli Üniversitesi’nden siyaset tarihçisi Lorenzo Castellani bu planın “hukuki açıdan tartışmalı ve siyasi düzeyde uygulanması zor” olacağını söyledi.
Castellani, “Bu plan temelde, çatışma dondurulduktan sonra Putin’in ateşkesi bozması halinde NATO’nun devreye gireceği anlamına geliyor. Meloni bu tür bir caydırıcılık planının Rusya tarafından asla kabul edilmeyeceğinin farkında,” dedi.
Üstelik İtalyan askerlerinin Ukrayna’da konuşlandırılması siyasi açıdan da savunulamaz. Castellani, “İtalyan kamuoyu askeri harcamaların arttırılmasına ve Ukrayna’ya silah gönderilmesine Fransa, Almanya ya da İngiltere’ye kıyasla çok daha fazla karşı çıkıyor,” dedi.
İç siyasi zorluklar
Meloni’nin kendi hükümeti içinde de engelleri var. Koalisyon ortakları Forza Italia ve Lig, Ukrayna’ya askeri destek ve Avrupa savunma stratejisi konusunda bölünmüş durumda.
Dışişleri Bakanı Antonio Tajani liderliğindeki Forza Italia, Meloni’nin temkinli yaklaşımıyla uyumlu. Parti Kiev’e askeri yardım yapılmasını destekliyor ve Avrupa Komisyonu’nun AB’nin savunma kapasitesini arttırmayı amaçlayan “Yeniden Avrupa’yı Silahlandırma” (ReArm Europe) planını onaylıyor.
Buna karşın iktidar ortağı aşırı sağcı Lig Partisi, AB’nin savunma girişimlerine şüpheyle yaklaşıyor ve Trump’ın Rusya ile olası müzakerelerine güveniyor. Maliye Bakanı ve Lig’in ağır topu Francesco Giorgetti bile AB’nin savunma stratejisini “aceleci ve mantıksız” olarak eleştirdi.
Dolayısıyla Meloni, hem siyasi gücünü kullanmak hem de ülke içindeki güç tabanını korumak için ABD’ye yönelme eğilimini sürdürmek üzere dikkatli bir yol izliyor. Ancak şu anda kriz zirveleri arasında profili düşük görünse de, olaylar geliştikçe daha ön planda bir rol üstlenebilir.
Fransa iki askeri üssün kontrolünü devrederek Senegal’den çekilme sürecini başlattı
Fransa, Batı Afrika ülkesinden çekilme sürecini başlatırken iki askeri üssün kontrolünü Senegal’e devretti.
Fransa Senegal’den resmi çekilme prosedürünü başlattı. Bu kapsamda Fransız yetkililer cuma günü itibarıyla iki askeri tesisin kontrolünün Batı Afrika ülkesine geri verildiğini açıkladı.
Devir teslim, Senegal Cumhurbaşkanı Bassirou Diomaye Faye’nin geçen yılın sonlarında tüm yabancı askerlerin ülkeyi terk etmesini emretmesinin ardından gerçekleşti.
Senegal’deki Fransız Büyükelçiliği cuma günü yaptığı açıklamada, “Fransız tarafı 7 Mart 2025 Cuma günü Marechal ve Saint-Exupery bölgelerindeki tesis ve konutları Senegal tarafına teslim etti,” dedi.
“Hann Park’ın yakınında bulunan bu semtler, 2024 yazından bu yana iade edilmeye hazırdı.”
Fransa, geri çekilmeyi organize etmek üzere geçtiğimiz ay Dakar ile ortak bir komisyon kurdu. Fransız ordusu geçtiğimiz günlerde ülkedeki askeri üslerinde çalışan 162 Senegallinin işine son verdiğini açıkladı.
Senegal’in yeni hükümeti, birçoklarının baskıcı bir sömürge rejiminin mirası olarak gördüğü Fransız askerlerinin varlığına karşı daha geniş bir bölgesel tepkinin parçası olarak sert bir yaklaşım benimsedi.
Fransa, bazı Afrikalı liderlerin kıtaya yönelik aşağılayıcı olarak nitelendirdikleri yaklaşımları nedeniyle muhalefetle karşılaştı.
Paris son yıllarda kıtadaki, özellikle de Batı’daki askeri varlığını geri çekmeye başladı. Çad, Nijer ve Burkina Faso son dönemde Fransız askerlerini sınır dışı eden ülkeler arasında yer alıyor.
Fransa, Cibuti hariç olmak üzere Senegal’deki 350 asker de dahil olmak üzere Afrika’daki tüm üslerindeki varlığını ciddi oranda azaltmayı planladığını söylüyor. Bunun yerine her bir ülkenin ihtiyaçlarına göre savunma eğitimi ya da hedefe yönelik askeri destek sağlayabileceğini belirtiyor.
Avrupalıların çoğunun Roma dönemine kadar koyu tenli olduğu ortaya çıktı

Avrasya’nın çeşitli yerlerinde yaşamış 348 kişinin DNA’sını analiz eden araştırmacılar, son 45.000 yıldaki cilt, saç ve göz pigmentasyonundaki değişimlerin izini sürdü.
Yeni bir araştırmaya göre, nispeten yakın zamana kadar, açık ten, renkli gözler ve sarı saç kombinasyonu Avrupalılar arasında nadir görülen bir şeydi.
İtalyan Evrimsel Biyolog Prof. Guido Barbujani ve meslektaşları, Roma dönemine kadar -özellikle Demir Çağı’nda- Avrupalıların koyu tenli olduğunu tespit etti. Bu, önceki tahminlerden daha yakın bir zamana işaret ediyor.
Avrasya’nın çeşitli yerlerinde yaşamış 348 kişinin DNA’sını analiz eden araştırmacılar, son 45.000 yıldaki cilt, saç ve göz pigmentasyonundaki değişimlerin izini sürdü.
Hakem değerlendirmesinden geçmeyi bekleyen araştırma makalesinde, “Daha açık pigmentasyonlara doğru kaymanın beklenenden daha yavaş olduğu ortaya çıktı. Bireylerin yarısı Bakır ve Demir çağlarına kadar koyu veya orta düzeyde cilt renklerine sahipti,” ifadelerini kullandı.
IFL Science’a konuşan Barbujani, “Avrupa’da koyu tenlilerin beklenenden daha uzun süre kaldığına dair bazı kanıtlarımız zaten vardı,” dedi.
Yaklaşık 10.000 yıl önce Mezolitik İngiltere’de yaşamış olan ünlü Cheddar Adam’ın koyu tenli ve mavi gözlü olduğunu dile getiren profesör, “Ancak koyu tenlilerin Demir Çağı’na kadar orada olduğunu bilmiyorduk,” diye konuştu.
“Demir Çağı, Roma’nın efsanevi temeline, Truva Savaşı’na işaret ediyor.”
Araştırmacılar, yaklaşık 45.000 ila 13.000 yıl önceye tarihlenen Paleolitik dönemde koyu renk özelliklerinin neredeyse her yerde görüldüğünü saptadı. Sonraki Mezolitik dönemde ise Kuzey Avrupa, Fransa ve Sırbistan’da mavi gözlülük zirve noktaya ulaşmıştı.
Ayrıca bu dönemde, 12.000 yıl önce yaşamış İsveçli bir avcı-toplayıcının genomunda ilk kez açık ten rengi, sarı saç ve mavi gözün tespit edildiği biliniyor.
Araştırma ekibi Neolitik dönemde -yaklaşık 10.000 ila 4.000 yıl önce- Avrasya’nın büyük bölümünde yalnızca koyu ten rengi bulabildi. Kuzey Avrupa’da ise az sayıda açık tenli birey tanımlanabildi.
Bronz Çağı’nda ise mavi gözler, sarı saçlar ve açık ten rengi kombinasyonunda artış tespit edildi. İncelenen örnekler arasında İngiltere, Macaristan, Estonya ve Çek Cumhuriyeti’nden dört kişi bu kombinasyona sahipti.
Öte yandan, Demir Çağı’nda 3.000 ila 1.700 yıl öncesine tarihlenen genomlar, Avrupa ve Batı Asya’nın farklı bölgelerinde koyu, orta ve açık ten renklerinin karışımını gösteriyordu.
Araştırma makalesinde, “Açık ten renginin ilk örneğini İsveç Mezolitik’inde bulduk, ancak bu [50’den fazla] örnekten yalnızca birinden geliyor,” diye yazıldı.
“Daha sonra her şey değişti, ancak çok yavaş bir şekilde. Böylece Demir Çağı’nda açık tenlilerin görülme sıklığı koyu tenlilerin sıklığına eşitlendi; önceki büyük bölümde çoğu Avrupalı koyu tenliydi.”
RUM BASINI
09.03.2025
Güney Kıbrıs, Demir Kubbe’nin yükseltişmiş versiyonu Barak MX sistemini faaliyete geçirdi
Güney Kıbrıs, Barak MX hava savunma sistemini devreye sokarak, adanın hava savunma kapasitesini güçlendirdi. Sistem, çeşitli hava tehditlerine karşı etkili bir müdahale sunacak.
Güney Kıbrıs, Barak MX hava savunma sistemini tamamlayarak aktif hale getirdi.
İsrail Havacılık ve Uzay Sanayi tarafından geliştirilen bu sistem, Demir Kubbe savunma sisteminin yükseltilmiş bir versiyonu. Barak MX, insansız hava araçları (İHA), balistik füzeler, helikopterler, uçaklar ve seyir füzeleri gibi çok çeşitli hava tehditlerine karşı etkili bir müdahale sağlayacak.
Barak MX, Kıbrıs üzerinde uçuş yasak bölgesi oluşturulabilmesine ve Lefkoşa FIR Hattı üzerindeki hava tehditlerinin hızlı bir şekilde etkisiz hale getirilmesine olanak tanımakta.
Hristodulidis, zirve öncesi Miçotakis’le görüştü: Çözüm uzlaşılmış çerçeve ve AB değerleri temelinde olmalı
Rum Yönetimi Başkanı Hristodulidis ve Yunanistan Başbakanı Miçotakis, Kıbrıs sorununun adil ve kalıcı bir çözümü için sürecin canlı tutulması gerektiğini vurgulayarak Cenevre konferansının önemine değindi.

Rum Yönetimi Başkanı Nikos Hristodulidis bugün öğle saatlerinde Atina’da Yunanistan Başbakanı Kiriakos Miçotakis’le bir araya geldi.
Fileleftheros gazetesinin internet sitesinde yer alan habere göre, Rum Yönetimi Başkanı Nikos Hristodulidis ve Yunanistan Başbakanı Kirakios Miçotakis bugün öğle saatlerinde Atina’da bir görüşme gerçekleştirdi.
Habere göre, görüşme öncesinde açıklamada bulunan Miçotakis; Hristodulidis’in “Kıbrıs sorununa adil ve kalıcı bir çözüm bulunabilmesi için sürecin canlı tutulması” adına gösterdiği çabalara dikkat çekerek, bu çabalara yönelik destek belirtti.
Hristodulidis ise açıklamasında, Cenevre’de gerçekleştirilecek konferansın önemine dikkat çekerek “Müzakerelerin 2017’de kaldığı yerden, Kıbrıs sorununa uzlaşılmış çerçeve ve AB ilke ve değerleri temelinde bir çözüm bulunması hedefiyle, kazanımlar değerlendirilerek yeniden başlamasını amaçladıklarını” yineledi.
AKEL, Leyla Kıralp’i onurlandıracak
AKEL “Lefkoşa-Girne” Teşkilatı, “Kaybolan Gökkuşağımız” kitabını bağışlayan yazar Leyla Kıralp’i ödüllendirecek. Tören 12 Mart’ta Aydemet’te düzenlenecek.

AKEL “Lefkoşa-Girne” Teşkilatı, “Kaybolan Gökkuşağımız” isimli kitabını kütüphanelere dağıtılmak üzere AKEL’e ve Halk Hareketi’ne bağışlama kararından dolayı yazar Leyla Kıralp’i ödüllendirecek.
Haravgi’nin haberine göre bu nedenle 12 Mart Çarşamba akşamı 19.00’da Aydemet’teki (Metehan karşısı) “Ulusal Kurtuluş İttifakı (EAS)” isimli futbol kulübü lokalinde tören düzenlenecek.
Törende AKEL “Lefkoşa-Girne” teşkilat başkanı ve AKEL Milletvekili Hristos Hristofyas ile Leyla Kıralp birer konuşma yapacak.
Anastasiadis, Rum gazeteci Makarios Drusiotis aleyhine tazminat davası açtı
Eski Rum Yönetimi Başkanı Nikos Anastasiadis, “Mafya Devlet” isimli kitabında kullandığı ifadeler sebebiyle Rum gazeteci Makarios Drusiotis’e tazminat davası açtı.

Alithia gazetesi, eski Rum Yönetimi Başkanı Nikos Anastasiadis’in dün Lefkoşa Rum Kaza Mahkemesi’ne avukatı aracılığıyla başvurarak, yazar-gazeteci Makarios Drusiotis’e 2 milyon Euro’yu aşan bir tazminat davası açtığını yazdı.
Habere göre, Anastasiadis, söz konusu kitapta kendisine yönelik iftiralar atıldığını iddia ederek, 2 milyon Euro’yu aşan bir tazminat talebinde bulundu.
Nikos Hristodulidis Cenevre’de sergilenecek ortak tavrın belirlenmesi için Atina’da
Rum Yönetimi Başkanı Nikos Hristodulidis 17-18 Mart’ta Cenevre’de gerçekleştirilecek Kıbrıs sorunuyla ilgili gayriresmi genişletilmiş toplantı öncesinde bugün Atina’da Yunanistan Başbakanı Kiriakos Miçotakis ile görüşecek.

Hristodulidis, Yunanistan Başbakanlık binasında öğle saatlerinde başlayacak görüşmeye Dışişleri Bakanı Konstantinos Kombos, Sözcü Konstantinos Letimbiotis, Avrupa Konuları Müsteşarı Marilena Rauna, Rum Müzakereci Menelaos Menelau ve diğer bürokratlar eşliğinde katılacak.
Politis “Başkan Bugün Atina’da… İngiltere Tezlerin Dengelenmesinden Yana” başlıklı haberinde, BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’in gerek Cenevre’de, gerekse sonrasında alabileceği inisiyatifler bilinmediğinden, bugünkü görüşmede, Cenevre’de sergilenecek ortak tavrın belirlenmeye çalışılacağını yazdı.
Gazete edindiği bilgilere dayanarak, Atina görüşmesinde Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın, Rum Yönetimi Başkanı Hristodulidis’in, Türkiye’nin, Yunanistan’ın tavrı, İngiltere’nin bugünkü duruma nasıl baktığı ve tarafların aklında olabilecek çeşitli senaryoları ele alacağını yazdı.
Habere göre, İngiltere’nin Avrupa ve Kuzey Amerika’dan sorumlu devlet bakanı Stephen Doughty’nin dün Ada’da yaptığı temaslar, müdahillerle ön istişare olarak değerlendiriliyor.
Cenevre görüşmesine ülkesini temsilen katılacak ve dün Cumhurbaşkanı Tatar, Rum Yönetimi Başkanı Hristodulidis ve çalışma arkadaşları dışında CTP Başkanı Tufan Ergürman, DİSİ Başkanı Annita Dimitriu ve AKEL Genel Sekreteri Stefanos Stefanu ile de görüşen Doughty, tarafların niyetlerini ölçmeye, sınırlarını tespit etmeye ve Cenevre’de net bir başarısızlık olmaması için olanakları genişletmeye çalıştı.
Gazete “güvenilir” bilgilere dayanarak, İngiltere’nin tarafların tezleri arasında bazı dengeler olması gerektiğinde ısrar ediyor olmasına rağmen Doughty’nin, Genel Sekreter’in mevcut çerçevesinden sapılmasının verimli olmadığı düşüncesinde olduğunu yazdı. İngilizlerin, zorluklara rağmen sürecin korunması gerektiğini ve bu aşamada bunun Ankara’nın tavrına bağlı olacağını düşündüklerini ekledi.
Gazeteye göre, Doughty Hristodulidis’le ikili ilişkiler, jeopolitik gelişmeler ve özellikle beklenen Cenevre görüşmelerini ele aldıkları görüşmeyi “mükemmel” diye niteledi ve ülkesi ile Güney Kıbrıs arasındaki ilişkilerin derinliğine özel bir atıf yaptı. İkili ilişkilerin daha da derinleşmesini dört gözle beklediğini kaydeden Stephen Doughty, doğum yeri olan Cardiff’te büyük bir Rum topluluğu yaşadığına da vurgu yaptı.
Doughty Hristodulidis ile görüşmesi öncesinde Rum Dışişleri Bakanı Konstantinos Kombos’la görüştü. İngiltere -Güney Kıbrıs ilişkilerini ve Kıbrıs sorununu ele alan iki bakanın Cenevre görüşmesine kadar sıkı temas halinde kalma konusunda anlaştıkları kaydedildi.
Doughty, DİSİ ve Rum Meclis Başkanı Annita Dimitriu ve AKEL Genel Sekreteri Stefanos Stefanu ile de görüştü. Dimitriu ile görüşmesinin ardından bunun, Güney Kıbrıs’ı ilk ziyareti olmadığını, ülkesi ile Güney Kıbrıs arasında tarihi ilişkiler ve bağlar olduğunu söyleyen Doughty, İngiltere Başbakanı’nın yakın geçmişte Güney Kıbrıs’a “tarihi bir ziyaret” gerçekleştirdiğini de hatırlattı.
Dimitriu, görüşme sonrasında yaptığı açıklamada “dostum” diye nitelediği Doughty ile Commonwealth konusunda Rum meclis heyetinin İngiliz Parlamentosu’nu ziyaretleri sırasında Londra’da da görüşme fırsatı bulduğunu hatırlattı. Dimitriu, İngiltere’nin, Kıbrıs müzakerelerini yeniden başlatma çabasına verdiği destek için Doyghty’ye teşekkür etti. Dimitriu DİSİ’nin, müzakerelerin “uzlaşılmış (federal) zeminde, Guterres çerçevesi felsefesi ve parametrelerinde yeniden başlaması gerektiği” tezini yeniden ilettiğini söyledi.
AKEL Genel Sekreteri Stefanos Stefanu da Doughty ile “çok ilgi çekici ve yapıcı” diye nitelediği görüşmesinin ardından yaptığı açıklamada, Cenevre’den beklentilerin düşük olduğunu ancak “sonuç çıkmamasının Kıbrıs sorunu için yıkım olacağını” söyledi.
AKEL’in “Cenevre’den olumlu bir sonuç çıkması için en azından Kıbrıs Rum tarafı olarak inisiyatifleri, öneri ve yaklaşımları ile bütün olanakları kullanmaya çalışması gerektiği” inancında olduğunu belirten Stefanu, BM’nin Kıbrıs sorunundaki hareketliliği canlı tutmak, çıkmazı kaldırıp müzakerelere devam edilmesini gündeme getirecek bir perspektif için her türlü çabayı harcayacağı görüşünü ortaya koydu.
Stefanu, Doughty’ye AKEL’in, “müzakerelerin Crans Montana’da koptuğu yerden devam etmesi, müzakere kazanımlarının, bütün yakınlaşmaların korunması ve Guterres Çerçevesi’nde havada kalan meselelerin görüşülmesi “gerektiği tezini ilettiğini anlattı.
Alithia “Annita Dimitriu: Doğru Yönde Olduğunu Düşündüğümüz Her İnisiyatifi Destekleyeceğiz… Douthy: ‘Cenevre Görüşmeleri Önemli’” başlığıyla aktardığı haberinde, Doughty’nin Cenevre’de yapılacak gayriresmi çok taraflı görüşmeyi “önemli” addettiğini Annita Dimitriu ile görüşmesinin ardından da belirttiğini yazdı.
Habere göre, Dimitriu Doughty ile Kıbrıs sorunu dışında AB’nin İngiltere, Türkiye ve ABD ile ilişkilerine tabi konuları ele aldıklarını söyledi. Görüşme sonrasında gazetecilerin sorularını cevaplayan Dimitriu, Cenevre’den ne olumlu ne de olumsuz bir şey beklediğini, öngörüde de bulunamayacağını belirterek “olguların nasıl gelişeceğini görmeyi bekleyeceğim. Şimdilik Ulusal Konsey’de vardığımız görüş birliğinden sonra bizim tarafın nasıl hareket edeceğini biliyorum. Öteki tarafın ne ortaya koyacağına, önümüzde hangi veriler olacağına ve yöneteceğimiz argümanlara bağlı olacak.” dedi.
Rum kadınlar gönüllü askerlik haricinde gönüllü seferi de olabilecek
Rum Bakanlar Kurulu’nun 12 Şubat’ta onayladığı kadınların RMMO’da gönüllü askerliğe alınmasıyla ilgili yasa tasarısında, terhis olanlara gönüllü seferilik hizmeti “hakkı” da tanındığı bildirildi.
Politis’e göre Meclis Savunma Komitesi’ne sunulan ve Komite’nin önümüzdeki Perşembe görüşmeye başlayacağı yasa tasarısında, RMMO’da gönüllü askerliğini tamamlayıp terhis edilecek kadınlardan, seferi olmaları istenmesi ve kabul etmeleri halinde “gönüllü seferilik” statüsüne alınmaları öngörülüyor. Yani, tasarının kabulü halinde birkaç ay içerisinde Rum kadınların da seferberliğe çağrıldığı görülebilecek.
Kadınların, örgün eğitimini tamamladıktan sonra RMMO’ya girme prosedürünü de belirleyen tasarıya göre kadınlar da tıpkı erkeklerin zorunlu askerliğinde olduğu gibi Bakanlar Kurulu emirnamesiyle askere çağrılacak. Bakanlar Kurulu emirnamesinin yayımlanmasından sonra Savunma Bakanı RMMO komutanının önerisi ile birlikler, katılım tarihleri, görev süresi, usul, askere yazılma yöntemi, seçim ve dağıtımları, izinleri, görev süreleri ve diğer bütün detaylarla ilgili kararları alma konusunda yetkilendirilecek. Yani kadınların gönüllü askerlik hizmetinin çerçevesini Savunma Bakanı belirleyecek.
Yasa tasarısına göre kadınların gönüllü RMMO’ya katılım detaylarını Savunma Bakanlığı emirnameleri belirleyecek. Kadın gönüllülerin askerlik süresi en az 6, en fazla 14 ay olacak ve gönüllü askerliğe 18-26 yaş aralığındaki kadınlar başvurabilecek.
Güney Kıbrıs, Pile’ye iki yeni lüks site inşa edecek
Güney Kıbrıs’ın gelişen ve yabancı yatırımcı çeken bölgesi olarak görülen Pile’de turistik amaçlı iki lüks site inşa edileceği bildirildi.

Politis, “Porta Del Sol” ve “Canal Del Sol” isimli iki projenin “EliteEdge LTD.” tarafından gerçekleştirileceğini belirtti.
Gazete haberinde, bir şirket yetkilisinin inşa edilecek sitelerin yapısal özellikleriyle ilgili açıklamasına da yer verdi.
Rum Enerji Bakanı Yorgos Papanastasiu: Dikelya elektrik santraline iki yeni jeneratör alınacak
Rum Enerji Bakanı Yorgos Papanastasiu, Güney Kıbrıs’ta son dönemlerde elektrik enerjisinde yaşanan sıkıntıların aşılması amacıyla Dikelya’da bulunan elektrik santraline akaryakıtla çalışan iki jeneratör alınacağını açıkladı.

Alithia gazetesi, Rum Yönetimi Başkanı Nikos Hristodulidis’in, elektrik üretim miktarındaki sıkıntının en kısa sürede aşılması adına “konvansiyonel yakıt” kullanan iki yeni jeneratörün alınması talimatını verdiğini yazdı.
Habere göre Rum Enerji Bakanı Yorgos Papanastasiu, Hristodulidis’in talimatını duyurduğu açıklamasında, Rum Elektrik Kurumu AİK ve ilgili diğer kurumların da bu kararı desteklediklerini ifade etti.
Gazete, Hristodulidis’in bu talimatının sonuçlarının, pahalı elektrik üretimi, çevre kirliliği ve jeneratörlerin 110 ila 150 milyon euroluk maliyetinin tüketicinin omuzlarına yüklenmesi anlamına geldiğini belirtirken, Hristodulidis’in seçim öncesi verdiği “ucuz enerji” taahhüdünü ise yerine getiremeyeceğinin görüldüğü yorumunda bulundu.
“Great Sea Interconnector” projesinde ABD’nin tutumu test edilecek
Yunanistan, Güney Kıbrıs ve İsrail’in, Güney Kıbrıs ile Girit arasında deniz altı elektrik kablosu döşenmesini öngören “Great Sea Interconnector” (GSI) projesinde yeni ABD yönetiminin tutumunun ne olacağını “test etme” girişimi başlatacakları iddia edildi.
Politis gazetesi, “GSI Konusunda ABD Niyetlerinin Denenmesi” başlığı altında verdiği haberinde, Güney Kıbrıs ile Girit adası arasında deniz altı elektrik kablosu döşenmesi konusundaki ödemelerin geçici olarak durdurulması kararının ardından, projede yer alan Güney Kıbrıs, Yunanistan ve İsrail’in, ABD’nin projeye ilişkin tutumunu netleştirmeye çalıştıklarını yazdı.
Üç ülkenin dışişleri bakanlarının önümüzdeki Perşembe günü Atina’da bir araya gelerek, Nisan ayında Kudüs’te yapılacak üçlü zirve konusunu ele alacaklarını belirten gazete, her iki toplantıda bölgesel gelişmeler ve enerji konusunun görüşüleceğini bildirdi.
GSI projesinde Türkiye sebebiyle mevcut jeopolitik risklerin, proje için kablo üreten şirkete yönelik ödemelerin durdurulması kararına sebep olduğunu hatırlatan gazete, öte yandan projeye müdahil ülkelerin ise, ABD’deki yeni hükümetin ve ABD Başkanı Donald Trump’ın projeye yönelik desteğinin sağlanmasını arzuladıklarını vurguladı.
FRANSIZ ŞİRKET ÖDEMELERİN DURDURULDUĞU HABERLERİNİ YALANLADI
Gazete haberinin devamında ise, Güney Kıbrıs-Girit adası arasında döşenecek enerji kablolarının üretimini gerçekleştiren Fransız “Nexans” şirketinin dün yaptığı açıklamada, “ödemelerin geçici olarak durdurulduğu haberlerinin gerçeği yansıtmadığını” duyurduğunu yazdı.
Habere göre şirket, “GSI projesinin başlamasından bu yana, kablo üretimine olanak sağlayan önemli ödemeler aldığını ve sözleşmede üzerine düşenleri yerine getirmeye devam edeceğini” açıkladı.
Habere göre konu, Rum Yönetimi Başkanı Nikos Hristodulidis ile Yunanistan Başbakanı Kiriakos Miçotakis arasında bugün gerçekleştirilecek görüşmede de ele alınacak.
Güney Kıbrıs Gümrüğü, KKTC kumarhanelerinden kazanılan nakit paraları kabul ediyor
Güney Kıbrıs Gümrük Dairesi, yolcuların beraberindeki nakit paraların KKTC’deki kumarhanelerden kazanıldığını gösteren belgeleri kabul ediyor ve bu paralarla ülkeden ayrılmalarına izin veriyor.
Güney Kıbrıs’ta Gümrük Dairesi’nin, Rum tarafından ayrılmak isteyen yolcuların tasarrufunda bulunan nakit paraların KKTC’deki kumarhanelerde oynanan oyunlardan kazanıldığı konusunda kumarhanelerin verdiği belgeleri kabul ettiği haber verildi.
Gümrük Dairesi’nin bunun sonucunda yolcuların beraberlerindeki nakit paralarla Güney Kıbrıs’tan ayrılmasına izin verdiğini yazan Politis gazetesi, Gümrük Dairesi sözcüsünün, Meclis Kurumlar Komitesi toplantısında dün bu açıklamalarda bulunduğunu belirtti.
Milletvekillerinin sorularına verdiği yanıtta Rum kesimindeki kumarhaneler için de aynı prosedürün izlendiğini dile getiren Gümrük Dairesi sözcüsü, ilgili mevzuata göre tasarrufunda 10 bin eurodan fazla nakit para taşıyan yabancı uyruklu bir kişinin Güney Kıbrıs’a girişi esnasında bunu beyan etmek ve parayı nerede kullanacağını izah etmekle yükümlü olduğunu ifade etti.
Şahsın bu parayı Rum kesimi veya KKTC’deki bir kumarhanede kullanacağını beyan ettiğini de ifade eden Gümrük Dairesi sözcüsü, şahsın ülkeden ayrılacağı esnada ise beraberinde 10 bin eurodan fazla nakit para olması durumunda bunu nereden ve Güney Kıbrıs veya KKTC’deki bir kumarhaneden mi kazanıldığını gümrüğe beyan etmekle yükümlü olduğuna işaret etti.
Rum tarafındaki Gümrük Dairesi’nin kumarhanelerin, şahısların tasarrufundaki nakit paraların kumarhanelerindeki şans oyunlarından kazanıldığını teyit eden belgelerini kabul ettiğini kaydeden gazete, bu belgeleri elden teslim alan gümrük memurlarının söz konusu şahısların beraberlerindeki nakit paralarla ülkeden ayrılmalarına izin verdiklerini belirtti.
Meclisin kara para aklanmasıyla mücadeleyi hedefleyen ek bir tedbir olarak geçen aralık ayında tüm alışverişlerde geçerli olmak üzere 10 bin euro üzerinde nakit para ödenmesini yasaklayan bir yasa oyladığını da anımsatan gazete, bu kısıtlamanın 2027 yılının temmuz ayından itibaren AB’nin tümünde geçerli olacağını ifade etti.
Meclis Kurumlar Komitesi’nin dünkü toplantısında DİSİ, DİKO ve DİPA’nın kumarhanelerin 10 bin euro nakit para limitinden hariç tutulmasına dair önerisinin de incelendiğini yazan gazete, söz konusu partilerin bu kısıtlamanın yurt dışındaki ve KKTC’deki kumarhanelerde geçerli olmadığına dair bir argümana sahip olduklarını belirtti.
Gazete, Güney Kıbrıs’taki kumarhanelerde ayda yaklaşık 32 milyon euro nakit parayla oyun oynandığını da ekledi.
ORTADOĞU
09.03.2025
Mısır’ın 53 milyar dolarlık Gazze planına İslam İşbirliği Teşkilatı ve Avrupa ülkelerinden onay
Fransa, Almanya, İtalya ve İngiltere dışişleri bakanları, Mısır’ın Trump’ın Gazze planına alternatif olarak sunduğu 53 milyar dolarlık yeniden inşa planını desteklediklerini bildirdi.
İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) ve bazı Avrupa ülkeleri, İsrail’in kuşatma altındaki Gazze’ye yönelik 15 aylık yıkıcı savaşının ardından hafta içinde Mısır’ın başkenti Kahire’de düzenlenen Arap Birliği zirvesinde onaylanan Gazze planına destek verdi.
Fransa, Almanya, İtalya ve İngiltere dışişleri bakanları cumartesi günü yaptıkları ortak açıklamada, Gazze’ye yönelik inşa planını desteklediklerini bildirdi.
Al Jazeera’ye göre açıklamada, “Plan, Gazze’nin yeniden inşasına yönelik gerçekçi bir yol gösteriyor ve uygulanması halinde Gazze’de yaşayan Filistinlilerin felaket düzeyindeki yaşam koşullarının hızla ve sürdürülebilir şekilde iyileştirilmesini vaat ediyor,” ifadeleri yer aldı.
Hamas’ın “Gazze’yi yönetmemesi ve İsrail için tehdit oluşturmaması gerektiğini” vurgulayan dört Avrupa ülkesi, “Filistin Yönetimi’nin merkezi rolünü ve reform gündeminin uygulanmasını desteklediklerini” ekledi.
57 üyeli İslam İşbirliği Teşkilatı da Suudi Arabistan’ın Cidde kentinde düzenlenen acil toplantıda planı kabul etti.
Örgüt, “uluslararası toplum ile uluslararası ve bölgesel fon kuruluşlarını plana gerekli desteği hızla sağlamaya” çağırdı.
Arap Birliği’nin yeni planı, ABD Başkanı Trump’ın daha önce duyurduğu ve bölgedeki Filistinlileri diğer ülkelere göndermeyi öngören plana karşı sunulmuştu.
Trump kendi planıyla Gazze’yi “bir tatil cennetine çevirerek” ABD’ye devretmeyi öngörüyordu.
Mısır’ın Gazze planı
Mısır’ın önerdiği yeni plan ise üç ana aşamadan oluşuyor: Geçici önlemler, yeniden yapılanma ve yönetim.
Plan, 2030 yılına kadar Gazze’nin yeniden inşa edilmesi ve 2 milyon insanın yerinde kalması amaçlanıyor.
İlk etabın yaklaşık altı ay sürmesi beklenirken, sonraki iki etabın da toplamda dört ila beş yıl sürmesi planlanıyor.
Arap Birliği Genel Sekreteri Ahmed Ebu Gayt, zirvenin nihai bildirgesinde, Gazze ve Batı Şeria’da uluslararası bir barış gücünün görevlendirilmesi için BM Güvenlik Konseyi’ne çağrıda bulunulduğunu söyledi.
Bildirgeye göre, Mısır, Gazze’nin yeniden inşa edilmesi için BM ile birlikte uluslararası bir konferansa ev sahipliği yapacak ve burada Dünya Bankası tarafından denetlenen bir fon oluşturulacak.
Plan, gelecek yıllarda Gazze’yi “sürdürülebilir, yeşil ve yaya dostu” bir bölgeye dönüştürmeyi, yenilenebilir enerji kaynaklarıyla sanayi bölgeleri ve parklar oluşturmayı öngörüyor. Ayrıca, bir liman ve bir havaalanı inşa edilmesi bekleniyor.
ABD’nin tepkisi
Planın amacının, İsrail’in neredeyse tamamını yerle bir ettiği Gazze’yi yeniden inşa etmek, barış ve güvenliği sağlamak ve Filistin Yönetimi’nin bölgedeki egemenliğini yeniden tesis etmek olarak açıklandı.
Ancak Arap planı, ABD ve İsrail tarafından eleştirilerek reddedilmişti.
ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Tammy Bruce, perşembe günü gazetecilere yaptığı açıklamada, planın “Washington’ın beklentilerini karşılamadığını” söylemişti.
Trump’ın Ortadoğu temsilcisi Steve Witkoff ise daha olumlu bir tepki vererek, planı “Mısırlıların iyi niyetli ilk adımı” olarak nitelemişti.
Suriye İnsan Hakları Gözlemevi: Çatışmalarda 311 Alevi sivil öldürüldü
Suriye’nin HTŞ liderliğindeki geçici yönetimi, Perşembe günü başlayan çatışmaların ardından Alevilerin merkezi olarak görülen Lazkiye ve Tartus’a büyük bir operasyon başlatmıştı.
İngiltere merkezli Suriye İnsan Hakları Gözlemevi (SOHR), ülkenin devrik lideri Beşar Esad’ı destekleyen militanlarla Heyet Tahrir Şam’a (HTŞ) bağlı güvenlik güçleri arasındaki son çatışmalarda 311 Alevi sivilin öldürüldüğünü açıkladı.
Gözlemevinden cumartesi günü gelen açıklamada, “311 Alevi sivilin kıyı bölgesinde güvenlik güçleri ve müttefik gruplar tarafından öldürüldüğü” ifade edildi.
Suriye’nin HTŞ liderliğindeki geçici yönetimi, Perşembe günü başlayan çatışmaların ardından Alevilerin merkezi olarak görülen Akdeniz kıyılarındaki Lazkiye ve Tartus’a büyük bir operasyon başlatmıştı.
Gözlemevi, söz konusu kişilerin güvenlik güçleri veya yeni yönetim yanlısı militanlar tarafından gerçekleştirilen “infazlar” ve “yağmalama hareketleri” sonucu öldürüldüklerini belirtti.
Sivillerle birlikte toplam ölü sayısı 524’e ulaştı. Bunların 93’ü yeni hükümetin güvenlik güçlerinden, 120’si ise Esad yanlısı militanlardan oluşuyor.
Lazkiye Emniyet Müdürü Yarbay Mustafa Kuneyfati’ye göre çatışmalar, yeni hükümet güçlerinin Lazkiye’deki bir güvenlik operasyonu sırasında Esad’a bağlı milis grupları tarafından pusuya düşürülmesiyle başladı.
Cuma sabahı Lazkiye’de çok sayıda hükümet askeri konuşlandırıldı ve şehirde ve diğer kıyı bölgelerinde sokağa çıkma yasağı uygulandı.
Öte yandan Suriye’nin yeni yöneticileri ülkenin güneyinde de güvenlik sorunuyla karşı karşıya. Yetkililer bu hafta başında hükümet güçleriyle silahlı gruplar arasında çıkan şiddetli çatışmalarda en az 15 kişinin öldüğünü bildirdi.
İsrail ve Hamas, fırınların kapanmasıyla Gazze’de ateşkes görüşmelerine yeniden başlayacak
İsrail, Gazze ateşkesini ve esir değişimi görüşmelerini ilerletmek amacıyla pazartesi günü Doha’ya bir heyet göndereceğini duyurdu.
Hamas, ateşkesin ikinci aşamasına ilişkin görüşmelerin başlamasına ilişkin “olumlu göstergeler” olduğunu söylüyor.
Gazze’nin Han Yunus ilçesindeki altı fırın, İsrail’in Şeride’ye giren tüm yardımlara uyguladığı ablukanın devam etmesi nedeniyle yakıt sıkıntısı nedeniyle faaliyetlerini durdurdu.
Gazze Sağlık Bakanlığı 48.453 Filistinlinin öldüğünü ve 111.860 kişinin yaralandığını doğruladı. Hükümet Medya Ofisi, enkaz altında kaybolan binlerce Filistinlinin öldüğünün varsayıldığını söyleyerek ölüm sayısı en az 61.709 olarak güncelledi. 7 Ekim 2023’te Hamas liderliğindeki saldırılarda İsrail’de en az 1.139 kişi öldürüldü ve 200’den fazla kişi esir alındı.
İsrail, Gazze ateşkes görüşmeleri için Katar’a ekip gönderecek
Hamas’ın Kahire’de Mısırlı yetkililerle görüşmesinin ardından İsrail’in pazartesi günü ateşkesin uzatılması anlaşmasını görüşmek üzere Doha’ya bir heyet göndermesi bekleniyor.
İsrail, Hamas ile kırılgan ateşkesi uzatmak üzere görüşmek üzere Katar’ın başkenti Katar’a bir heyet göndereceğini doğruladı.
Başbakan Binyamin Netanyahu cumartesi gecesi yaptığı açıklamada, “müzakereleri ilerletmek amacıyla” pazartesi günü Doha’ya bir heyet gönderileceğini söyledi.
Bu gelişme, Hamas heyetinin Cumartesi günü Kahire’de Mısırlı yetkililerle ateşkes anlaşmasının ikinci aşamasını görüşmek üzere bir araya gelmesinin ardından geldi.
Heyet, anlaşmanın tüm şartlarına uyulması, ikinci aşama müzakerelerinin derhal başlatılması, sınır kapılarının açılması ve yardım malzemelerinin Gazze’ye herhangi bir kısıtlama veya koşul olmaksızın girişine izin verilmesi gerekliliğini vurguladı.
Hamas Sözcüsü Abdüllatif el-Kanoua, bir gün önce yaptığı açıklamada, “İkinci aşama müzakerelerinin başlamasına ilişkin göstergeler olumlu” demişti.
Ateşkes anlaşmasının ilk aşaması, Gazze’de tutulan 25 İsrailli esirin serbest bırakılması karşılığında İsrail hapishanelerinde bulunan 1.800 Filistinlinin serbest bırakılmasını da içeren altı haftalık değişimin ardından 1 Mart’ta sona erdi.
İsrail, anlaşmanın ilk aşamasını nisan ortasına kadar uzatmak istediğini belirtirken, savaşın tamamen sona erdirilmesini ve güçlerinin Gazze’den tamamen çekilmesini içeren anlaşmanın ikinci aşamasına geçmeyi reddediyor.
Hamas ise her iki tarafın da mutabakata varıldığı üzere ikinci aşamaya geçmesini istiyor.
Tel Aviv’deki protestolar
Bu arada, serbest bırakılan İsrailli tutsaklar ve Gazze’de tutulanların aileleri, hükümete anlaşmanın ikinci aşamasına geçme ve savaşın geri dönmesini engelleme çağrısında bulundu.
Cumartesi akşamı Tel Aviv’de düzenlenen protesto gösterisinde, Gazze’de tutulan Matan Zangauker’in annesi Einav Zangauker, Netanyahu’yu esirlerle “siyasi satranç oyunu” oynamakla suçladı.
“Savaş bir hafta içinde yeniden başlayabilir… Sadece hepsini aynı anda bir araya getiren bir anlaşma onların geri dönmesini sağlayabilir” dedi.
Ürdün’den bildiren El Cezire muhabiri Hamdah Salhut, İsrail’in anlaşmanın birinci fazının uzatılması yönündeki çabalarının, acilen ihtiyaç duyulan insani yardımların engellenmesine yol açtığını söyledi.
“Netanyahu’ya, başbakanı kişisel ve siyasi çıkarları için savaşı uzatmakla suçlayan esirlerin aileleri tarafından hâlâ çok fazla baskı uygulanıyor” dedi.
Görüşmeler sırasında İsrail, Gazze’ye yönelik ölümcül saldırılarını sürdürdü ve cumartesi günü en az üç Filistinliyi öldürdü.
Gazze’deki Filistinliler de Ramazan ayı nedeniyle daha da kötüleşen insani krizin etkisiyle yardım ablukası altında zorlanıyor.
Filistin haber ajansı Vefa’nın haberine göre, Refah, cuma gecesinden bu yana İsrail tankları ve insansız hava araçlarıyla yoğun saldırılara maruz kalıyor. Top atışları, El-Cneyna, Eş-Şevka ve Tel es-Sultan gibi yerleşim bölgelerini etkiliyor.