Osmanlı Devleti’nde kız çocuklarının yükseköğretimde yer alması süreci adım adım gerçekleştirilmiştir. 1859 yılına kadar Osmanlı Devleti’nde kız çocukları sadece Sıbyan mekteplerine yani ilkokullara gidebilmişlerdir. Tanzimat ile birlikte ise kız çocukları için İnas Rüşdiyeleri yani ortaokullar açılmaya başlanmıştır. II. Meşrutiyetin ilanıyla yaşanan fikir dönüşümleri kadınların toplumdaki durumlarına yönelik yeni fikirlerin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Kadın hakları başta olmak üzere kadının statüsüne yönelik pek çok görüş önem kazanmaya başlamıştır. Bu görüşlerin temelinde toplumun yarısını oluşturan kadınların da toplumun gerilemesini durdurmak için katkıda bulunmalarını sağlamak yer almıştır. Bunda Tanzimat dönemi aydınlarının da çalışmaları etkili olmuştur. Şemseddin Sami’nin 1879 yılında yayımladığı “Kadınlar” adlı eser, kadınların mevcut durumlarının iyileştirilmesiyle çağdaşlaşmanın mümkün olabileceğini söylemiştir. Ayrıca bu eserinde kadınların ev işlerinin yanı sıra zanaatkârlık ve memuriyet gibi işleri yapmak üzere de eğitim almaları gerektiğini, toplumun yarısını teşkil eden kadınların çalışmamalarının erkeklere iki kat yük olduğunu ve kadınların okutulmasını ve iş hayatına katılmalarının gerekliliğini de ifade etmiştir.
II. Meşrutiyet’in ilanıyla birlikte ise kadınların toplumdaki statüleri daha sık tartışılmaya başlanmış ve Ahmet Rıza, Ethem Nejat, Abdullah Cevdet, Ziya Gökalp, Fatma Aliye Hanım, Nigar Hanım, Halide Edip Hanım, Mehmet Akif, Celal Nuri ve Tevfik Fikret gibi isimler bu tartışmalarda ön plana çıkmışlardır. Celal Nuri’nin 1913 yılında yayımladığı “Kadınlarımız” adlı eser de kadınların eğitiminin toplumun ilerlemesinde çok önemli bir rol üstlendiğini belirtmektedir. Kadınların sosyal hayata katılmaları sadece düşsünce dünyasında değil XX. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu sosyal buhranla da alakalıdır. Nitekim bu yüzyılda ardarda gelen savaşlarda erkek nüfusun erimesiyle kadınların işgücüne daha fazla ihtiyaç duyulmaya başlanmıştır. Erkeklerin cephede olmasının boşluğunu hem cephede, hem sosyal hayatta doldurmak durumunda kalan kadınların bu dönemde yaşadıkları bir İnas Dârülfünûnu mezunu olan Mutia Sabri’nin ağzından şu şekilde dökülmüştür:
“Dün piyano çalıp kocasını hayal etmekle yaşayan kadın bugün kaybettiği kocasının, babasının, kardeşinin boşluğunu doldurmaya çalışıyor. Böyle bir mecburiyeti olmasa bile erkekle birlikte mesai yaparak onun omuzlarındaki yükü hafifleten kadını ayıplayacak mıyız?”.
II. Meşrutiyet tıpkı Tanzimat döneminde olduğu gibi Türkçülük, İslamcılık ve Batıcılık gibi fikir akımlarının ön planda olduğu bir dönem olmuştur. Ancak kadınlar konusunda en faydalı görüşleri İttihat ve Terakki’nin önderliğindeki Türkçü kesim savunmuştur. Özellikle Ziya Gökalp’in bu dönemdeki söylemleri Cumhuriyet dönemi kadın ideolojisinin temelini oluşturmuştur. Gökalp, bu dönemde Türkçü ve milliyetçilerin ortak tarih ortaya koyma çabasında kadınların yerini sorgulamış ve Türklerin yapmaları gereken tek şeyin İslamiyet öncesi dönemlere dönmek olduğu sonucuna varmıştır. Ayrıca Gökalp bu dönemde kadınların toplumdaki statülerini üç şekilde ele almıştır. Bunlardan ilki kadınların ekonomiye katılması, ikincisi eğitimde fırsat eşitliği sağlanarak erkeklerle aynı haklara sahip olmaları, üçüncüsü ise yine evlenme, boşanma ve miras gibi konularda yine fırsat eşitliğinden yararlanabilmeleri için hukukî düzenlemelerin yapılmasıdır.
Kadın dernekleri, kadınlara yönelik gazete ve dergilerle kadınların toplumun her alanında aktif rol üstlenmesini mümkün kılmıştır. Terakki-i Muhadderât, Âyine, Aile, İnsâniyet, Hanımlar, Hanımlara Mahsus Gazete gibi yayın organları gerek kadın yazarların yazılarını yayınlamakla gerekse de kadınlardan gelen talepleri iletmekle bu duruma önemli katkılar sunmuşlardır. Özellikle kadınların eğitim hakkını elde etmeleri ve İnas Dârülfünûnu’nun açılmasında etkili olan ve 1913-1921 yılları arasında yayın hayatında olan “Kadınlar Dünyası” adlı dergi önemlidir.
Dârülmuallimât ile başlayan süreç sonrasında artık kadınların da üniversiteye gitmeleri gerekliliği dillenmeye başlamış özellikle “Kadınlar Dünyası” adlı derginin başlattığı kampanya neticesinde ilk defa 1914 yılında Zeynep Hanım Konağı’nda yer alan Dârülfünûn konferans salonunda serbest dersler düzenlenmeye başlanmıştır. Kadın hakları, sağlık, tarih, pedagoji, doğa bilimleri; aynı zamanda daktilograf ve banka memuru olabilmeleri için defter tutma, hesap, Türkçe ve Fransızca gibi konulardan oluşan bu dersleri dinlemeye gelenlerin sayısı kısa sürede beş yüzü aşınca kadınlara mahsus bir üniversitenin gerekliliği öne çıkmıştır. Bilhassa bu konferanslara katılan kadınlar yükseköğretime gitme taleplerini dile getirmişler ve Aynı yıl Osmanlı kadınının üniversite eğitimi İstanbul’da İnas Dârülfünûnu ile başlamıştır.
Şükrü Bey’in Kadınlar Dünyası Dergisi’nde yayınlanan beyanı önemlidir:
“Gelecek seneden itibaren bu dersler daha ziyade tevsi ve tanzim edilerek devam mecburiyeti olacak ve yalnız liselerden mezun olan genç kızlar kabul edilecektir. Bu suretle istikbal için en yeni ve en mükemmel silahlarla mücehhez bir muallime ordusu yetiştireceğiz”.
Maârif Nezareti ile 1914-1915 eğitim-öğretim yılında ders programı ve kuruluş için gerekli yazışmaları başında ünlü matematikçi Salih Zeki Bey’in bulunduğu Dârülfünûn Umum Müdürlüğü yürütmüş, öğrencilerin ulaşım- yeme-içme, kalacak yer ihtiyaçları Dârülmuallimât Müdürlüğü tarafından karşılanırken eğitim masrafları ise Dârülfünûn Umum Müdürlüğü tarafından karşılanmıştır. Ferid Bey, Ahmet Agayef, Faik Sabri, İsmail Hakkı, Aziz Bey ve Ziya Bey gibi öğretmenlerin ders verdikleri Dârülfünûn’a Avrupa’dan da çok sayıda hoca getirilerek istihdam edilmişlerdir.
Edebiyât, Riyâziyât ve Tabîîyât olmak üzere üç şube halinde eğitim veren bu okul ilk yılı 22, 1915’te 21, 1916’da 30 ve 1917’de ise 47 öğrenci ile eğitim vermiştir. 1918-1919 öğretim yılına kadar ise toplamda 53 öğrenciyi mezun etmiştir. 1915 yılında İnas Dârülfünûn’unun durumu ile ilgili Tanin Gazetesi’nde yayınlanan bilgilerden dikkat çekici kısım edebiyat, riyaziyat ve tabiiyat şubelerinin yanında bir de sanayi-i nefise şubesinin açılmış olması ve en çok öğrencinin de bu şubede bulunmasıdır. Bu yıldaki işleyiş ile ilgili olarak öğrenci ve öğretmenlerin büyük bir gayretle çalıştıkları, notlarını çok dikkatli tuttukları, öğrencilerin idrak düzeylerinin çok yüksek olduğu ifade edilmiştir.
Kadınların yükseköğretimde eğitim almaları Osmanlı Devleti’nin Cihan Harbi yıllarında oldukça yoğun siyasî ve askerî sürecin içerisinde gerçekleşmiş, dönemin zorluklarına rağmen önemli başarılar elde edilmiştir. Kadınların Dârülfünûn’da yer alma mücadelesi kendilerinden sonraki kadınların haklarını elde etmesine her zaman örnek olmuştur. I. Dünya Savaşı sonrasında başlayan Millî Mücadele döneminde ise Anadolu kadını bir yandan cephede, bir yandan meydanlarda ve mitinglerde bir yandan da eğitim hayatında aktif rol almıştır. Anadolu Kadınları Müdafaa-i Vatan Cemiyeti ve daha birçok cemiyet kurarak vatan kurtuluşu için can siperane bir şekilde mücadele etmiş, “Adalet, Medeniyet, Barış, Hürriyet, İnsaniyet, İstiklal, Milliyetçilik” ilkeleri ile vatan için söz sahibi olmuşlardır. Millî Mücadele’de mitinglerin en önde gelen konuşmacıları kadınlardır İnas Dârülfünûnu mezunları da yer almıştır. 19 Mayıs 1919’ Fatih’te yılan mitingde konuşan Meliha Hanım bu okulun mezunlarındandır. Meliha Hanım konuşmasında vatanın içinde bulunduğu durumdan kurtarılması için gerekirse canlarını feda edeceklerini belirterek, “Vatanımızı kurtarmak için yaşayacağız, kuvvetle iman ediyoruz ki, büyük Allah’ımıza sığınarak, cebr ile alınan bir hak elbette iade edilecektir” demiştir. Ayrıca Millî Mücadele’nin unutulmaz kahramanlarından olan Asker Saime yani İnas Dârülfünûnu mezunu Münevver Saime Hanım da 1919 yılındaki mitinglerde ve cephede büyük hizmetlerde bulunmuştur. Gösterdikleri bu tavır vatan savunmasının yanı sıra kadın hakları için de bir ufuk açmış, zira kurdukları cemiyetler, gerçekleştirdikleri mitingler ve eğitimdeki başarıları ile kitle hareketi örneği göstermişler, kendilerinden sonraki kadın cemiyetlerine ve kadınların eğitimine dair örnek teşkil etmişlerdir.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk de Türk kadınının bu mücadelesini 1923’de Konya’daki bir konuşmasında şu şekilde ifade etmiştir:
“Dünyada hiçbir milletin kadını, ben Anadolu kadınından fazla çalıştım, milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte, Anadolu kadını kadar emek verdim, diyemez. Erkeklerden kurduğumuz ordumuzun hayat kaynaklarını kadınlarımız işletmiştir. Çift süren, tarlayı eken, kağnısı ve kucağındaki yavrusu ile yağmur demeyip, kış demeyip cephenin ihtiyaçlarını taşıyan hep onlar, hep o yüce, o fedakâr, o ilahi Anadolu kadını olmuştur. Bundan ötürü hepimiz bu büyük ruhlu ve büyük duygulu kadınlarımızı, şükranla ve minnetle sonsuza kadar aziz ve kutsal bilelim”.