TÜRKİYE’DE BİR ÖNCÜ İSİM: İLK KADIN AVUKAT SÜREYYA AĞAOĞLU

Turk DEGS
Yazan: Turk DEGS
12 Dk. Okuma
12 Dk. Okuma

İlkleri gerçekleştiren kadınlar, aynı zamanda kendilerinden sonra gelecek olanlar için bir umut ışığıdır âdeta. Türk kadınlarına farklı alanlarda öncülük etmiş Süreyya Ağaoğlu’nun oldukça verimli ve her anı dolu dolu geçmiş olan hayatını incelediğimizde de bu umut ışığı olma özelliğinin çok önemli örneklerini görmekteyiz. Süreyya Ağaoğlu, kendisinden sonraki nesillere yolu açmış farklı konularda Türk kadınlarına öncü rol oynamıştır.

29 Temmuz 1903 tarihinde Azerbaycan’ın Şuşa kentinde dünyaya gelen Süreyya Ağaoğlu’nun babası Atatürk’ün fikir ve mücadele arkadaşı, düşünür, yazar, siyasetçi ve hukuk profesörü Ahmet Ağaoğlu, annesi Sitare Hanım’dır. Beş çocuklu bir ailenin en büyük çocuğu olan Süreyya Ağaoğlu, eğitimci ve milletvekili Tezer Taşkıran’ın; mühendis ve iş adamı Abdurrahman Ağaoğlu’nun; siyasetçi, edebiyatçı, hukukçu Samet Ağaoğlu’nun ve tıp doktoru Gültekin Ağaoğlu’nun kardeşidir.

1910 yılında ailesiyle birlikte Türkiye’ye göç eden Süreyya Ağaoğlu’nun çocukluğu ve gençliği, Milli Mücadele ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarında Türk Ocağı Aydınları ve Mustafa Kemal Paşa’nın yakın dostlarından oluşan bir çevrede geçti. Süreyya Hanım, henüz yedi yaşındayken arkadaşlarının ve ailesinin ne olmak istediğini sorduklarında: “Avukat olacağım.” cevabını vererek büyüdüğünde de bu isteğinden hiç vazgeçmemişti.

Süreyya Ağaoğlu’nun yetiştiği ortam, Osmanlı Devleti ve yeni kurulacak devletin en sıkıntılı dönemlerinin yaşandığı yıllardır. Trablusgarp Savaşı ile başlayıp Milli Mücadele’yi de içine alan süre zarfında ard arda savaşların olduğu dönemlerde yaşamış, çocukluk ve ilk gençlik yılları bu sıkıntılı süreçte geçmiştir. Süreyya Hanımın lise yılları İstanbul’un işgal dönemine denk gelmektedir. Okuduğu lise olan Bezm-i Alem Valide Sultanisi’nde merasim salonuna işgal kuvvetlerine ait bir bayrak yerleştirilmek istendiğinde, arkadaşları ile birlikte bayrağın olduğu yere tırmanıp onu aşağıya indirmiştir. Yine o dönemde işgal kuvvetlerinin komutanları okula geldiğinde İngilizce’yi iyi bildiğinden okulun müdiresi Madam Beamount, komutanlarla ilgilenmesi için Süreyya Hanımı görevlendirince “Ben onlardan nefret ediyorum siz benden onlarla ilgilenmemi istiyorsunuz” demiştir. Bunun üzerine Müdire hanım “neden bizden nefret ediyorsun?” diye sorunca Süreyya Hanım “burada sizin işiniz ne? Babamı Malta’ya sürdünüz, vatanımı işgal ettiniz. Nefretime daha başka bir sebep gerekir mi?” diyerek üzüntüsünü ve öfkesini ifade etmişti. Süreyya Hanımın vatan ve bayrak sevgisini gösteren, zamanı geldiğinde görev verilmesini beklemeden vatanını koruyacak bir kişiliğe sahip olduğunun açık bir delili olan bu olay, daha ilk gençlik yıllarında yaşanmıştı.

Liseden mezun olduktan sonra avukat olma hayalini geçekleştirmek için harekete geçmişti. Süreyya Ağaoğlu, “Bir Ömür Böyle Geçti” isimli eserinde İstanbul Darülfünun’u Hukuk Mektebi’ne (İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi) giriş öyküsünü şöyle anlatmaktadır:

“1921 yılı sonbaharında üç arkadaşımla Darülfünun’un, yani Zeynep Hanım Konağı’nın merdivenlerini çıkıyorduk. Arkadaşlarımdan biri fen, diğeri de edebiyat fakültesine girmek istiyorlar, ben de hukuk fakültesini kızlara açtırmak ve hukuk tahsili yapmak istiyordum. O zaman Hukuk Fakültesi kadınlara kapalı idi: arkadaşlarım bana gülüyorlardı, muvaffak olup olamayacağım meçhuldü. Hukuk Fakültesi Reisi Selahattin Bey köşede bir masa başında oturuyor yanında Profesör Veli Bey, karşısında da Katib-i Umumi Rauf Bey oturuyorlardı. İçeriye girip:

– “Ben Süreyya Ağaoğlu’yum. Bezm-i Alem Valide Sultanisini bu sene bitirdim. Hukuk tahsili yapmak istiyorum, beni hukuka kaydeder misiniz?” dedim.

Selahattin Bey hayretle yüzüme baktı. Veli Bey her zaman aşağıya inik başını kaldırdı, ikisi de şaka edip etmediğimi anlamaya çalışıyordu sanırım. Nihayet Selahattin Bey kahkaha ile güldü:

– “Üç arkadaş daha bul, hemen fakülteyi açalım” dedi.

Hakikaten fakülte “açmak” gerekiyordu, zira o dönemde kadınlar erkekler ile beraber okuyamıyorlardı. Öğleden önce erkekler, öğleden sonra kadınlar ders görüyordu. Tabii bir tek talebe için bütün hocalar öğleden sonra ders veremezlerdi. Veli Bey başını kaldırdı:

– “Kadına daha ziyade doktorluk yakışır, o fakülteyi açtırsanız” dedi.

Ben de: – “Onu da doktor olmaya heves edenler açtırsın” cevabını verdim.

Selahattin Bey: – “Hak hukuk meselesi değil mi? Süreyya Hanım hakkını burada arıyor, muvaffak olmasını dileyelim.” dedi.

Bu olayın sonrasında Süreyya Ağaoğlu odadan çıktığında başka fakültelere yazılmış olan arkadaşlarını hukuk okumak konusunda ikna etmesi gerektiğini anlamıştı. Hemen yakın arkadaşı Bedia Hanıma gitti ve önce onu hukuk fakültesine yazılmaya ikna etti. Onun ardından da diğer iki arkadaşı Melahat ve Saime hanımları ikna etmişti. Böylece 4 kadın hukuk fakültesinin ilk öğrencileri olmuşlardı ve Süreyya Ağaoğlu da hukuk fakültesinin 1 numaraya kayıt olan öğrencisi olmuştu. Sadece kendisi değil kendinden sonra avukat olmak isteyen kadınlara da bu yolu açmış oldu. Lisans eğitimini tamamladıktan sonra staj yapmaya başladı ve 1927 yılında avukatlık ruhsatını alarak Türkiye’nin ilk kadın avukatı ünvanının sahibi oldu.

Süreyya Ağaoğlu’nun Atatürk İle Mühim Bir Hatırası ve Bunun Türk Kadınına Etkisi

Süreyya Ağaoğlu, Ankara’da Adalet Bakanlığı’nda staj yapmaya başlamış, Bakanlıkta birlikte staj yaptığı arkadaşı Melahat Hanım ile öğle yemeklerini ne yapacaklarına dair bir sıkıntı ile karşı karşıya kalmışlardı. Öğle yemeği zamanı geldiğinde evlerine gidecek vakitleri yoktu. Gidebilecekleri tek lokanta olan İstanbul Lokantası, sadece erkeklerin yemek yediği bir lokantaydı ve daha önce yalnız başına bir kadının yemek yediği görülmemişti. Türkiye’nin bu ilk kadın stajyer avukatları yazılı olmayan kuralı çiğnemek istemeyip öğle yemeklerini bir süre için ufak tefek şeylerle geçiştirmeye çalışmışlardı. Fakat bu sürdürülebilir bir durum değildir. Süreyya Hanım, bir gün arkadaşı ile öğle yemeklerini İstanbul Lokantası’nda yiyebilmek için gitmiştir. Fakat bir sonraki gün yemek için gittikleri lokantada bulunan milletvekilleri, Ahmet Ağaoğlu’nu ve kızını tanıdıkları için bir şey söylemeseler de, bu konuda şikâyetler Başbakan’a ve oradan da Ahmet Ağaoğlu’na ulaşmıştı. O akşam Süreyya Hanım eve döndüğünde babası Ahmet Ağaoğlu “Başbakan Rauf Bey, senin ve arkadaşının lokantada yemek yediğinizi ve herkesin bunu konuştuğunu söyledi. Bundan sonra öğle yemeklerine bana gelin.” demişti. Süreyya Hanım, çaresizce bu durumu kabul etiğini ama çok da üzüldüğünden kitabında bahsetmiştir. Bu olayın ardından birkaç gün sonra, Mustafa Kemal Paşa ve eşi Latife Hanım, Ağaoğlu ailesine misafirliğe gelmişti. Sohbet sırasında Mustafa Kemal Paşa, Süreyya Ağaoğlu’na memuriyetinin nasıl gittiğini sormuş, Süreyya Hanım da çok memnun olduğunu ifade edip üzüldüğü öğle yemeği konusunu açmak için Mustafa Kemal Paşa’ya bir sıkıntısı olduğunu ifade etmişti. Süreyya Hanım, olayı bir destek bulabilme umuduyla Mustafa Kemal Paşaya anlatmıştı. Fakat onu dinleyen Mustafa Kemal Paşa’nın, “Hem babanın hem de Rauf Bey’in hakkı var.” demesi, Süreyya Ağaoğlu’nu büyük bir hayal kırıklığına uğratır ve artık bir çözüm olmayacağına inanmaya başlamışken ertesi gün Adalet Vekili Necati Bey aceleyle Süreyya Hanım’ın çalışma odasına gelmesiyle irkilmiştir. Necati Bey, Mustafa Kemal Paşa’nın onu yemeğe götüreceği haberini vermeye gelmiştir. Hazırlanıp odasından çıkan Süreyya Hanım, Mustafa Kemal Paşa’nın arabasına binmiş ve Süreyya Hanım’a “Latife bugün seni öğle yemeğine bekliyor.” demiştir. Yemek için harekete geçen araç İstanbul Lokantası’nın önünden geçerken Mustafa Kemal Paşa, birden şoförden durmasını rica etmiş, durduklarında lokantadan Bozüyük milletvekili Salih Bey’i çağıran Mustafa Kemal Paşa, orada yemek yiyen herkesin duymasını ister bir ses tonuyla “Ben, bugün Süreyya’yı bize götürüyorum fakat yarın lokantada yiyecek.” demiştir. Süreyya Ağaoğlu şaşırır ve tam anlayamaz. O gün Latife Hanım’a gittiğinde durumu ondan dinlemiştir. Latife Hanım, Süreyya Ağaoğlu’na “Akşam Paşa çok kızdı ve gerekeni yapacağını söyledi” demiştir. Sözlerinin devamında Latife Hanım Süreyya Hanım’a, Mustafa Kemal Paşa’nın akşamki sohbette bahsi geçen lokanta olayında babasını onun yanında rencide etmek istemediği için kızgınlığını belli etmediğini fakat eve gelir gelmez, birkaç milletvekilini arayarak, yarın mutlaka eşlerini lokantaya öğle yemeğine göndermelerini söylediğini ifade etmişti Süreyya Ağaoğlu, ertesi gün arkadaşıyla İstanbul Lokantası’na gittiğinde gördüğü manzara karşısında tekrar bir şaşkınlık yaşamıştır. Eski Denizcilik Bakanı İhsan Bey’in ve Hamdullah Suphi Bey’in hanımlarının da Mustafa Kemal Paşa’nın öncü olmasıyla ilk kez orada yemek yemek için bulunduklarını görmüştür. Böylece Süreyya Ağaoğlu, bu konuda da kadınların yolunu açmıştır.

Süreyya Ağaoğlu’nun Avukatlık Günleri

Süreyya Ağaoğlu, 5 Aralık 1927’de Ankara Barosuna kaydolmuş, 1928’de avukatlık ruhsatını alarak, “Türkiye’nin ilk kadın avukatı” ünvanıyla mesleğe Ankara Barosu’nda başlamıştır. 1929 yılında Ankara Barosu’ndan kaydını sildirip Devlet Şurasında 1929-1931 tarihleri arasında raportör olarak çalışmıştır. Dört daireden oluşan bu kurumun nizamname hazırlıkları ile uğraşan Tanzimat Dairesi’nde görev yapmıştır. 1932 yılında ise ailesiyle birlikte İstanbul’a gitmiş, bu tarihten sonra farklı zamanlarda bazen Ankara’da bazen de İstanbul’da görev yapmıştır. Süreyya Ağaoğlu, İstanbul’daki meslek hayatına Fethi Okyar’ın tavsiyesiyle Türk vatandaşı olmadığı için avukatlık yapamayan Av. Maitre Billiotti’nin yazıhanesinde devem etmiştir. 1945 yılında Londra’da Osmanlı Bankası’nın avukatlığını yapan Edwards-Erwards firmasında Türk Hukuk Müşaviri olarak görev almıştır. O dönem, yılın altı ayında Türkiye’de, altı ayında da Londra’da çalışmalarını sürdürmüştür. 1950 yılında ise Londra’dan ayrılarak Türkiye’ye kesin dönüş yapmıştır. Avukat olduğu günden beri belki de en zor davası, 1960 Darbesinin ardından Yassıada Mahkemelerinde yargılanan erkek kardeşi Samet Ağaoğlu’nun avukatlığını üstlendiği dava olmuştur. Bu davada Gültekin Başak ile beraber kardeşinin suçsuzluğunu kanıtlamaya çalışmıştır.

Uluslararası arenada Türkiye’nin adını duyurmuş, önemli sivil toplum kuruluşlarının oluşumunda rol oynayan Süreyya Ağaoğlu, Türk Hukukçu Kadınlar Derneği başta olmak üzere, Üniversiteli Kadınlar Derneği, Hür Fikirleri Yayma Derneği, Soroptimistler İstanbul Kulübü ile 1949’da kendisinin kurduğu ve çok emek verdiği Çocuk Dostları Derneği gibi topluma faydalı olacak Sivil Toplum Kuruluşlarının kurulmasında da öncü rol oynamıştır.

Süreyya Ağaoğlu’nun Londra’ya dair izlenimlerinden bahsettiği Londra’da Gördüklerim, kendi hayat hikâyesini kaleme aldığı Bir Ömür Böyle Geçti ve bu kitaba yaptığı bazı eklemeler ile yayınladığı Bir Ömür Böyle Geçti Sessiz Gemiyi Beklerken adlı kitaplarının yanı sıra hukuk alanında yazdığı birçok makalesi bulunmaktadır.

Son nefesine kadar kadın hakları, çocukların ve gençlerin eğitilmesi gibi konularda çalışmalar yapan ve her fırsatta bilgisini aktaran Süreyya Ağaoğlu, 29 Aralık 1989 tarihinde İstanbul’da katıldığı “Kadın Hakları ve Çağdaşlaşma” konulu bir panelden ayrılırken düşmüş, beyin kanaması geçirerek vefat etmiş ve Feriköy Mezarlığı’na defnedilmiştir.

Süreyya Ağaoğlu, iyi eğitimli, değerlerine ve kültürüne bağlı ve gelecek kuşaklar için yol açan bir Türk kadınıdır. Türk kadınlarına avukat olma yolunu açtığı gibi mesleğinde başarılı bir kadınının tüm dünyada saygı göreceğini göstererek, mesleğini iyi yapan bir insanın ülkesine en iyi şekilde hizmet etmiş olacağına hayatıyla örnek olmuştur. Bir yandan da sokak çocuklarını koruma altına almış ve onların eğitimi için ne gerekiyorsa yapmıştır. Süreyya Ağaoğlu, tüm hayatını insanlara yardım etmeye adamış, yapmış olduğu çalışmalarla özellikle Türk kadınlarının yolunu açacak faaliyetler yapmış öncü kadınlardan biri olarak Türk tarihine adı altın harflerle yazılanlardan biri olmuştur.

Bu Yazıyı Paylaş
Yorum yapılmamış

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir